Beslenme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

EMZİREN ANNELERİN BESLENMESİ ÖNEMLİ

İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişiminin ideal hale geldiğini söyleyen Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner,  “ Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur” dedi.
 
Sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha etkili olan “İlk 1000 gün” hakkında son bilimsel araştırmaların anlatıldığı Nutricia Anne Bebek Beslenmesi,  bilinçlendirme çalışmalarına devam ediyor. Emziren anneler için özel olarak geliştirdiği Lactamil Sütlü İçecek’i tanıttı.  Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner,  ilk 1000 günde hamilelikten sonra en önemli dönem olan emzirme döneminde, anne beslenmesinin bebeğin ideal gelişimi üzerindeki önemli etkileri konusunda bilgiler verdi.

Ayrıca toplantıda Diyetisyen ve Beslenme Uzmanı Zeynep Köse, anne sütünün ve bebeğin gelişiminin anne beslenmesiyle nasıl değişiklik gösterebileceğine dair bilgi paylaşımında bulundu.

İlk 6 Ayda Sadece Anne Sütü
Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner, toplantıda yaptığı konuşmada şu bilgileri verdi: “Araştırmalar gösteriyor ki bebekler, büyüme süreçlerindeki en hızlı gelişimi ilk 1000 günde yani annenin hamileliğinin başlamasından, çocuğun 2 yaşını doldurmasına kadar geçen süreçte gösteriyorlar. Ve yine araştırmalar gösteriyor ki, 1000 gündeki beslenme alışkanlıkları, sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha önemli olabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF doğumdan sonraki ilk 6 ayda bebeklerin sadece anne sütü ile beslenmesini önerir. İlk 6 ayda anne sütü ile beslenip 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmek, tamamlayıcı besinlere belli prensiplere göre geçmek, sağlıklı büyüme ve gelişmeyi sağladığı gibi, gelecekte oluşabilecek birçok sağlık sorununun da önlenmesini sağlar.”
 

Anne Sütündeki Vitamin ve Mineraller Bebek İçin Önemli
Emzirme döneminde, vitamin ve minerallerin anne sütünden bebeğe geçtiğini ve bebeğin gelişiminde önemli rol oynadığını söyleyen Üner,  bu sebeple annenin yeterli ve çeşitli beslenmesinin gerektiğini kaydetti.  Üner,  emziren annelerin beslenmesi ile ilgili şunları söyledi:  “Annenin, emzirme boyunca enerji, vitamin, mineral ve protein yönünden zengin besinlerin tüketimini artırması ve bol sıvı alması anne sütüne olumlu etki eder.  İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişimi ideal hale gelir.  Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur. Anne sütündeki A vitamini, B1, B2, B12, C, D, iyot ve omega 3 değerleri doğrudan annenin beslenmesindeki alım ile ilişkilidir. Doğumdan sonra çocukta fiziksel gelişim, zekâ gelişimi, bağışıklık gelişimi ve sindirim sistemi olgunlaşması mucizeleri gerçekleşir. Anne sütünün kısa dönem faydalarına bakıldığında gastrointestinal ve solunum enfeksiyonları ve alerjiye karşı koruma sağladığını, uzun dönem faydalarına bakıldığında ise anne sütü ile beslenen bebeklerin düşük obezite, diyabet insidansı, kolesterol ve kan basıncına sahip olduklarını ve zekâ testlerinde daha iyi skorlara ulaştıkları gözlemleniyor. Yapılan araştırmalara göre bir yaşına kadar anne sütüyle beslenen bebeklerin bağışıklığı yüzde 40 ve zeka gelişimi yüzde 30 artıyor.”

Etiketler , | Yorum Yok

BEBEKLERİN İLK 1000 GÜNDEKİ BESLENME ALIŞKANLIKLARI TÜM HAYATINI ETKİLİYOR

3’üncü Fetal Hayattan Çocukluğa İlk 1000 Gün Gebe ve Çocuk Beslenmesi Kongresi’nde konuşan Nutiricia Medikal Direktörü Yalım Üner, “Araştırmalar gösteriyor ki bebekler, büyüme süreçlerindeki en hızlı gelişimi ilk 1000 günde yani annenin hamileliğinin başlamasından, çocuğun 2 yaşını doldurmasına kadar geçen süreçte gösteriyorlar. Ve yine araştırmalar gösteriyor ki, 1000 gündeki beslenme alışkanlıkları, sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha önemli olabiliyor” dedi.

Sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha etkili olan “İlk 1000 gün” hakkında son bilimsel araştırma ve tartışmaların paylaşıldığı “3’üncü Fetal Hayattan Çocukluğa İlk 1000 Gün Gebe ve Çocuk Beslenmesi Kongresi” yapıldı. Sağlık Bakanlığı ve Yükseliş İktisadi ve Stratejik Araştırmalar Vakfı (YİSAV) tarafından Nutricia Anne Bebek Beslenmesi sponsorluğunda düzenlenen Kongre, üçüncü senesinde tüm Türkiye’den anne ve bebek sağlığı alanında faaliyet gösteren 700’e yakın sağlık çalışanını biraraya getirdi.

Kongre kapsamında gazetecilerle buluşan YİSAV Başkanı Doç. Dr. Ferit Saraçoğlu ve Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Direktörü Yalım Üner, Türkiye’nin anne bebek beslenmesi alanında dünyadaki konumunu gösteren önemli açıklamalar yaptılar.

En Hızlı Gelişim İlk 1000 Günde
30 yıldır Türkiye’de faaliyet gösterdikerini ve bu süre zarfında sağlıklı nesillerin yetiştirilmesine katkıda bulunmanın öncelikli hedefleri olduğunu belirten Yalım Üner, şunları söyledi: “Araştırmalar gösteriyor ki bebekler, büyüme süreçlerindeki en hızlı gelişimi ilk 1000 günde yani annenin hamileliğinin başlamasından, çocuğun 2 yaşını doldurmasına kadar geçen süreçte gösteriyorlar. Ve yine araştırmalar gösteriyor ki, 1000 gündeki beslenme alışkanlıkları, sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha önemli olabiliyor. Nutricia Anne Bebek Beslenmesi olarak, bu araştırmaların sonuçlarını daha fazla kişiye ulaştırmak, annelerimizin bu konudaki bilgi birikimlerini artırmalarına destek olmak amacıyla birçok etkinlik düzenliyor, birçok etkinliğe destek oluyoruz. Sağlık personellerinin katılımıyla yapılan bu kongreyi desteklemeyi de, katılımcıların annelerle iletişime geçen birincil kişiler olmalarından dolayı önemli bir görev olarak görüyoruz.” 

Bebeklerin İlk 6 Ayda Sadece Anne Sütü İle Beslenmesi Gerekir
Konuşmasında 25 yıllık bir hekim olarak bebek beslenmesindeki püf noktalara işaret eden Yalım Üner, “Anne sütü bir mucizedir. Bebeklerin ilk 6 ayda sadece anne sütü ile beslenmesi gerekir. Altı aydan sonra aylara göre değişen miktarlarda tamamlayıcı besinler verilebilir. Ama ilk 1000 gün bitene yani çocuk 2 yaşını doldurana kadar anne sütü beslenmeye dahil olmalıdır” dedi.
 
Anne Kucağının, Anne Kokusunun ve Sütünün Yerini Hiçbir şey Tutmaz
Nutricia’nın tüm dünyaya yayılmış 800’ü aşkın Ar-Ge personeliyle, anne-bebek beslenmesindeki doğruları bulmak üzere çalışttığını kaydeden Üner, “Anne sütü bir mucize ve biz çalışmalarımızla bu mucizeye yaklaşmaya çalışıyoruz. Gururla söyleyebilirim ki en fazla yaklaşan firma biziz. Ama yine şunu da söylemeliyim: Anne kucağının, anne kokusunun, sütünün yerini hiçbirşey tutmaz. Biz de bu yüzden ‘yeter ki anne sütü olsun biz destekleyelim’ diyoruz” dedi.

Üner şunları söyledi: “Yakın ya da uzak komşularımıza baktığımızda, ne İran ne Irak ne Almanya’da annelerin çocuklarına süt verme konusunda Türkler kadar hassas olmadığını görüyoruz. Emzirmeye Türk annesi kadar duyarlı yaklaşan yok.”

Nutricia’nın Bu Pazar İçindeki Payı Yüzde 70
Türkiye’de bütün segmentleriyle aylık mama satışının ortalama bin 600 ton olduğu ve Nutricia’nın bu Pazar içindeki payının yüzde 70 olduğu bilgisini de veren Üner, “Bu rakamı toplam bebek rakamına böldüğümüzde emzirmeye bizim kadar önem veren Endonezya’nın gerisinde olduğunu görüyoruz” dedi.

‘Bağışıklık Sistemi Zayıflıyor’
Kongre Başkanı Doç. Dr. Ferit Saraçoğlu ise yaptığı konuşmada “İlk 1000 günde doğru beslenmenin, özelliklede anne sütü almanın çok önemli olduğu, pek çok bilimsel çalışmayla desteklenmektedir. İlk 1000 gündeki yetersiz beslenme sadece kronik hastalıkların, psikiyatrik bozuklukların artmasına, fiziksel, beyinsel ve metabolik fonksiyonların bozulmasına değil, immün sistemin zayıflamasına dolayısıyla pneumoni, diyare gibi enfeksiyonların artmasına da yol açmaktadır” şeklinde konuştu.

Kongremiz 700’e Yakın Sağlık Personelinin Katılımıyla Gerçekleşiyor
Saraçoğlu şunları söyledi: “Artık anne bebek beslenmesi konusunda doğruların ne olduğunu bildiğimize göre, bu doğrulara göre davranmamız ve annelerimizi de bu doğrultuda eğitmemiz gerekiyor. Son üç yıldır, anneler ile birebir temasta olan sağlık personelinin bu konudaki farkındalığını artırarak bu yöndeki bilinçlendirme çalışmalarına katkı sunuyoruz. Bu yıl rekor kırdık. Kongremiz 700’e yakın sağlık personelinin katılımıyla gerçekleşiyor. Bu başarının en önemli etkeni STK, özel sektör ve devletin birlik içinde olması.”

Etiketler , , | Yorum Yok

TİMOKİNON KANSER HÜCRELERİNİ NASIL ETKİLİYOR?

Timokinon’un kanser hücrelerine ve bağışıklık sistemine etkisi üzerine yapılan araştırma sonuçları hakkında bilgi veren Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı, çörekotunda bulunan Timokinon’un etki  mekanizması hakkında Med-Index'e konuştu.   

Bilim insanları, normal koşullarda, eğer sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahipsek, kolay kolay kanser olunmayacağını söylüyor. Kilit noktanın, sağlıklı bir bağışıklık sistemi olduğunun üzerinde duruluyor. Çörekotu tohumlarının bağışıklık sistemi üzerindeki olumlu etkileriyle ilgili bilimsel çalışmalar hakkında bilgi veren Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı, şunları söyledi: “Birkaç kontrollü hayvan deneyinde, çörekotu tohum özütü verilen hayvanların çeşitli kanser yapıcı kimyasal maddelere karşı korunduğu ortaya konuldu. Çörekotu yağındaki doymamış yağ asitlerinin kombinasyonu da mükemmel, kan damarlarını oksitlenmeden korumak için formülünde neredeyse her şey var. Sağlıklı kan damarları ise sağlıklı kan akımı, o da sağlıklı bir beden anlamına gelir. Çörekotunda bulunan Timokinon, kanser hücrelerini ‘programlanmış hücre ölümüne’ yani hücre intiharına sürükleyip kanser kitlesinin büyümesini yavaşlatıyor.

‘Anticancer Research- Kanserden Korunmaya Yönelik Araştırmalar’ adlı dergide ABD kaynaklı bir araştırmanın makalesi şu başlıkla sunuldu: “Çörekotu tohumlarının hem işlenmemiş formu hem de ayrıştırılmış aktif maddeleri deneysel olarak tümör karşıtı etki gösteriyor!”

“Çörekotunun Üç Temel Mekanizmayla Anti-Tümör Etki Gösterdiği Ortaya Konuldu”
2010 yılında ‘Nutrition and Cancer- Beslenme ve Kanser’ adlı bilimsel dergide çörekotu tohumlarının esas etken maddesi olan ‘Timokinon’un hangi etki mekanizmaları ile kansere karşı savaştığını ortaya koyan bir review (bilimsel yayınların özeti) yayınlandı. Birçok çalışmanın özeti anlamını taşıyan bu reviewde, çörekotunun üç temel mekanizmayla anti-tümör etki gösterdiği ortaya konuldu. Birincisi ve en meşhuru, tümör hücrelerini ‘apopitoza’ yani ‘hücre intiharına’ zorlamasıydı. Patolojide buna ‘programlanmış hücre ölümü’ denir ve vücudun kansere karşı en önemli doğal savunma mekanizmasıdır. İkinci yol ‘anjiogenez inhibisyonu’ yani tümörün beslenmesini sağlayan yeni damarların oluşumunun engellenmesi. Tümör, büyümek için beslenmek, kanlanmak zorundadır ve bunu kendine yeni damarlar oluşturarak yapar, işte çörekotundaki bazı aktif maddeler bu oluşumu engeller. Üçüncü yol ise ‘hücre döngüsü arresti’, yani ‘hücre üremesinin durması’. Bununda anlamı şu: tümör büyürken, her bir hücre, özel bir büyüme döngüsüne girer ve bir hücre olarak girdiği o döngüden iki hücre olarak çıkar, bu şekilde de tüm tümör kitlesi büyür. Çörekotundaki Timokinon, bu döngüyü engelliyor ki bu yolak birçok kemoterapi ajanının da etki mekanizması aynı zamanda. 

Bu konuda yapılmış çok daha çarpıcı bir çalışma var ki bu araştırma sonuçlarına göre de; çörekotu Timokinon’un kemoterapi ilaçlarının en önemlilerinden bile daha etkili olduğu öne sürülüyor. Malezya Putra Üniversitesi’nde yürütülen bu hücre deneyi, insan rahim ağzı kanseri hücreleri üzerinde yapılmış.

“Timokinon Kanser Hücrelerini İntihara Sürüklüyor”
Bir yeni çalışmada Suudi Arabistan Riyad’da İnsan Kanserleri Genomik Araştırma Merkezi’nde yürütülen çalışmada; Timokinon’un, özel bir lenf kanseri türü olan ‘primer effüzyon lenfoması’ isimli, akciğer zarında fazla miktarda sıvı birikimiyle seyreden bir lenfoma türünün üremesini baskıladığı sonucuna varılmış.

Timokinon’un kanser hücrelerini intihara sürükleyip kanser kitlesinin büyümesini engellediği bir diğer insan kanseri türü ise ‘Multiple Miyeloma’ ismini verdiğimiz kemik iliği kanseri türü. 
Singapur’da, Ulusal Singapur Üniversitesi, Yong Loon Lin Tıp Fakültesi’nde 2010 yılında yapılan araştırma sonucunda; ‘Kemoterapi ilaçlarındaki en kaygı verici durum, ilaçların seçiciliği olmaması nedeniyle normal hücrelere de verdikleri zararlara bağlı yan etkiler. Normal hücrelere minimum toksik etki gösterecek yeni bileşkelerin keşfine daha fazla önem verilmesi gerekiyor.’ Sözünü ettikleri bu yeni bileşik ise, çörekotu tohumlarındaki Timokinon.

“Çörekotu, Yan Etki Göstermeden Kalın Bağırsaktaki Kanserleşme Sürecini Yavaşlatıyor”
Beyrut Amerikan Üniversitesi Biyoloji Departmanında yapılıp 2005 yılında ‘İnternational Journal of Oncology’ adlı yayında sunulan çalışmada; çörekotu Timokinonu’nun insan kalın bağırsak kanseri hücrelerinde kanserli hücre intiharının tetiğini çektiği ortaya konmuş. Yapılan çalışmalar istatiksel olarak değerlendirildiğinde görülüyor ki; çörekotu, yan etki göstermeden kalın bağırsaktaki kanserleşme sürecini yavaşlatıyor hatta engelliyor.

“Timokinon, Pankreas Kanseri Hücrelerinin Kemoterapi İlaçlarına Hassasiyetini Artırıyor”
Kemoterapi ilaçlarının bazıları kalpte olumsuz yan etkiler oluşturabiliyor. Yapılan bazı çalışmalarla, bu ilaçların kalbe toksik etkisine karşı çörekotu yağındaki Timokinon’un koruyucu olduğunu ortaya konulmuş. Timokinon’un, son birkaç yılın en korkulan kanser türlerinden olan pankreas kanserine karşı da etkili olduğuna dair bilimsel ipuçları var. ABD Wayne Eyalet Üniversitesi Patoloji Departmanı’nda yürütülen bu çalışmada, çörekotu Timokinon’un, pankreas kanseri hücrelerinin kemoterapi ilaçlarına hassasiyetini artırdığı gözlemlenmiş.

Çörekotunda bulunan Timokinon’un kanser tedavisindeki etkisi kanser tedavisinde en yaygın olarak kullanılan kemoterapi ilaçlarından biri ile bir çok çalışmada eş değer çıkmış. Aynı etkiyi yeşil çayda bulunan bileşikler de göstermekte.”

Etiketler , | Yorum Yok

SAĞLIK ÇALIŞANLARI SAĞLIKLI BESLENİYOR MU?


 
“Daha iyi beslen, daha iyi hisset, daha iyi yaşa ve daha iyi çalış” diyen Uzman Diyetisyen Banu Topalakcı, sağlık çalışanlarının beslenmelerinde dikkat etmesi gereken ip uçlarını Med-Index’e anlattı.


Sağlık çalışanları hastalara şifa dağıtırken, kendi sağlıklarını düşünmezler. Bu süreçte hastalarının sağlığını korumaya çalışırken, öğün atlarlar, su içmezler ve her sorun yaşandığında çok stres olurlar. Sağlıklı ve dengeli bir yaşam tarzını bir ömür boyu benimseyebilmeyi herkesin çok istediğini ettiğini dile getiren Uzman Diyetisyen Banu Topalakcı, “Hepimiz; sağlıklı yaşam seçeneklerinin neler olduğunu, sağlıklı beslenmeyi, sporun önemini, daha az alkol tüketmemiz, sigarayı bırakmamız ve zayıflamamız gerektiğini çok ama çok iyi biliyoruz. Ancak bütün bunları biliyor olmakla, harekete geçmek, bildiğimiz şeyleri uygulamak ve yaşam tarzı haline getirmek arasında çok fark var. Hayatımızda pozitif yaşam değişiklikleri yapmak kolay değildir. Yapılan değişiklikleri kalıcı hale getirmek ise daha da zordur. Kolay olsaydı; günümüzde moda diyetler, spor merkezlerine yapılan üyelikler, bireysel gelişim uzmanları, yaşam koçları ve medyanın konuya olan ilgisi her geçen gün artıyor olmazdı” dedi.

Hastanelerde sağlık çalışanlarının beslenmesine düzenli olarak dikkat edebilmesinin göründüğü kadar kolay olmadığına dikkat çeken Topalakcı, şunları söyledi: “Sağlıklı beslenebilmek için gerekli olan besinleri temin edebilmek ise büyük bir disiplin gerektiriyor. Hastanede çıkan yemekler ya da dışarıda yemek yenilen restoranlardaki alternatifler, kişinin diyetine ya da beslenme alışkanlıklarına uygun olamayabiliyor. Ara öğün alternatiflerinin nasıl çeşitlendirebileceği konusundaki karar verme süreci ise çoğu zaman çalışanlar ve yöneticiler için ekstra bir zaman kaybı olabiliyor. 

“Soğuk Algınlığına Bağlı Üretkenlik Kaybı 25 Milyon Dolar Civarında”
Unutmamak gerekir ki mutlu ve sağlıklı personel bir kurum için altın değerindedir. Çalışanların sürekli yorgun olmasının nedeni demir eksikliği veya uyku apnesi olabilir ya da çok sık baş ağrısı problemi yaşayanlar acaba gün içinde çok mu susuz kalıyor? Çok sık geçirilen gribal enfeksiyonlar ise iş verimini ciddi oranlarda düşürebilir. Unutmamak gerekir ki, beslenme ve yaşam tarzı, bağışıklık sistemi ve beden sağlığını doğrudan etkilemektedir. Yapılan bir araştırmaya göre soğuk algınlığına bağlı üretkenlik kaybının getirdiği ekstra maliyet ortalama 25 milyon dolar civarındadır. (USA , Bramley et al, 2002).

“Yorgunluğun Faturası Yılda Ortalama 136 Milyon Dolar”
İşyerlerinde yorgunluk son derece yaygın olarak görülmekte olup ciddi verim ve motivasyon düşüşlerine neden oluyor. Yine Amerika’da yapılan bir çalışma yorgunlukla gelen işgücü kaybının şirketlere faturasının yılda ortalama 136 milyon dolar civarında olduğunu göstermektedir (Ricci ve ark, 2007). 

“Sağlık Problemi Yaşayanlar, Sağlıklı Çalışanlara Oranla 3 Kat Daha Fazla İzin Alıyor”
Kötü uyku, stres, hastalık, hastalık kaygısı, şişmanlık, dengesiz ve yetersiz beslenme, fiziksel aktivite azlığı, az su tüketimi yorgunluğa ve baş ağrısana yol açan en önemli nedenlerdendir. Doğru beslenmeye teşvik edilen çalışanların yorgunluk düzeylerinde azalma olduğu yapılan çalışmalarca saptanmıştır. Sağlıklı beslenen çalışanların performans ve iş verim düzeyleri, sağlıksız beslenenlerden 3 kat daha fazla. Sağlık problemi yaşayan çalışanlar, sağlıklı çalışanlara oranla 3 kat daha fazla hastalık izni ya da rapor kullanıyor.”

İşyerinde Sağlıklı Yaşam ...
Sağlık çalışanlarının uzun çalışma saatleri, iş yemekleri gibi durumların kişinin günlük beslenme planını oldukça fazla etkilediğini hatırlatan Topalakcı, şu bilgileri verdi: Bu yoğunluk ve stres içinde ise sağlık çalışanları, çok hızlı ve hayati kararlar almak zorundalar. Sağlık çalışanlarının, proaktif olmak, hızlı ve doğru karar alabilmek, kriz yönetmek, problem çözmek gibi yetkinliklerin yönetilebilmesi ancak sağlıklı bir beden ve ruh hali içinde daha etkili ve mümkün olabilecektir. 

Bu anlamda sağlık çalışanları için sağlıklı beslenmeye ve beslenme yönetimine ilişkin verebileceğim ipuçlarından bazılarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Kahvaltı yapma alışkanlığını yaşam felsefesi haline getiriniz; protein ve karbonhidrattan dengeli bir kahvaltı örüntüsü ile güne daha zinde başlayabilir, öğleden sonra oluşabilecek yorgunluk hissini azaltabilirsiniz. Sabah sadece karbonhidrat içeren bir besinin tüketimi, yanında protein alınmadığı için öğlene doğru kişinin kan şekeri düşebilir ve kişi kendini son derece aç hissettiği için takip eden öğünde fazla yeme isteği doğurur.
Aslında ne yediğinizden çok nasıl ve ne kadar tükettiğiniz önemlidir. Örneğin kahvaltıda simit tüketmek istiyorsanız, bunu her gün yapmamak kaydıyla yanında bir iki dilim beyaz peynir , bol domates, maydanoz ve bir meyve ilavesiyle yapabilirsiniz.
Daha fazla hareket ediniz. 
Su içmeyi unutmayınız, masanızda size ait bir su şişesi bulundurarak günlük su tüketimini arttırınız,
Günde 3-4 fincandan fazla kahve tüketmeyiniz (tansiyon hastaları ise günde en fazla bir fincan içmeli), açık çay veya bitki çaylarına ağırlık veriniz. ,
Öğün atlamayınız. Uzun toplantılarda toplantı öncesinde en azından süt ve muz gibi pratik bir atıştırma yapabilir ya da toplantıda ikram olarak kuru meyve ve minik peynirli sandviçler ya da taze meyve ve az miktarda badem, ceviz sunulmasını sağlayabilirsiniz,
Öğün aralarında mutlaka ufak tüketimleriniz olmasını sağlayınız. Süt, sütlü kahve, 1 porsiyon kuru meyve, yoğurt, 10 adete kadar badem, 1 – 2 adet taze meyve, ayran, kefir gibi…
Yemek yemeyi ya da su içmeyi unutmamak adına uyarıcı mesaj içerikleri ile telefonunuz ya da bilgisayarınızdan destek alınız.
Hastanede fiziksel aktivite imkanlarını ve sağlıklı beslenme düzeyini arttırmak için bazı düzenlemeler getiriniz. Örneğin asansör kullanımını azaltmak, her çalışanın kendi işini kendisinin yapmasına teşvik etmek, sağlıklı yaşamı özendirici bilgilendirme duyuruları yapmak gibi.
Haftada bir iki kez mutlaka ızgara ya da buğulama balık tüketiniz. Balık içerdiği yağ asidi sayesinde konsantrasyonu arttırıcı ve stresi azaltıcı etki göstermektedir. Benzer etkileri gösteren muz, elma, badem ve bitter çikolatanın da günlük beslenmenizde yer almasına dikkat ediniz. Tabii ki ne yediğinizin değil, ne kadar yediğinizin önemli olduğunu unutmadan.
Diyelim ki dışarıda yemektesiniz. Yemeğe mutlaka sıcak ve bol limonlu bir çorba ile başlayınız (kremasız olanları tercih etmek doğru olacaktır). Ardından bol miktarda salata ve ızgara et tercih edebilirsiniz. Yemeğinizin yanında bir iki kadeh şarap ya da bir iki duble rakı alabilirsiniz (haftalık sıklığı bir-ikiyi geçmemelidir.) . Yemek uzun bir toplantıya dönüşürse maden suyu ile devam edebilir ya da meyve tercih edebilirsiniz. 
Yemeklerde mutlaka kompleks karbonhidrat alınız. Örneğin; çavdar ekmeği, az yağlı kuru fasulye pilaki ya da bulgur pilavı sizi hem daha iyi doyuracak hem de dengeli bir örüntü sağlayacaktır.
Salata tüketmek her zaman sağlıklı bir seçenek değildir. Bazen sağlıklı bir seçim yapmak isterken gereksiz fazla enerjiye maruz kalabilirsiniz. Salataların içeriği ve sosları bu anlamda bazen çok tehlikeli de olabilir. Örneğin sezar salata sosu son derece yağlı ve yüksek kalorilidir. Bu nedenle salatanızı sossuz sipariş edip masanıza zeytinyağı ve limon isteyebilirsiniz.


Doğru, etik ve tarafsız haberciliğin adresi Med-Index : www.med-index.com Mutlaka ziyaret edin!


Etiketler , | Yorum Yok