Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DEDEKTİF DNA İŞ BAŞINDA!

Adli bilimlerin ilginç dünyasında Dedektif DNA ile birlikte seyahat etmeye hazır mısınız? Birçok şaşırtıcı vaka hakkında bilgi edineceğiniz kitap ile yeni maceralara yelken açacaksınız. 
 
Kriminal içerikli filmlerin ve dizilerin büyük bir ilgi ile izlendiği günümüzde, farklı karakterlerle ve tarihte yaşanmış gerçek olaylarla adli bilimlerde gizemli bir seyahat sizi bekliyor. Dedektif DNA kitabı ile adli bilimlere yeni ve farklı bir bakış açısı kazandıran Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Kadir Demircan, kitabı ile ilgili soruları yanıtladı.
 
Dedektif DNA kimdir?
1953 yılında keşfedilen ve kaşiflerine 10 yıl sonra Nobel kazandıran DNA, kriminal laboratuvarında bir S. Holmes olur. Yalan söylemez. Neyse odur. Suçluların korkulu rüyasıdır. Affetmez. Zaman onu eskitemez. Er-geç konuşur. 30 bin yıl öncesinden bile haber verir. Bu işler karşılığında para almaz gönüllü çalışır.
 
Hücre çekirdeğinde yer alan DNA (riboz şekeri+kimyasal bazlar+fosfat) molekülü adli olayların çözümünde işe yarar. Suçluların yakalanmasında olay yerinde bulunan suçluya ve mağdura ait DNA örnekleri dedektif DNA olarak adlandırılabilir. Suçlu olay yerine DNA sını bırakırsa ağzı ne söylerse söylesin DNA doğruyu söyler. DNA bizim sırdaşımızdır. Bazen geçmişimiz bezen geleceğimizi ordan okuyabiliriz. DNA ya bakarak insanın yüz resmi bile çizilebilir.
 
Neden Dedektif DNA ismini koydunuz?
DNA molekülü bir Sherlock Holmes gibi davranarak adli bilimlerde 1987 yılından beri kullanılıyor. Örneğin; yıllarca hapis yatanlar uzun yıllar sonra DNA sayesinde masumiyetlerini ispat edebiliyorlar. İsim hem kısa hem çok şey anlatıyor. İlgi çekici buldum. Hem dedektif hem DNA, iki popüler isim bir araya geldi.
 
 
Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Bu alanda bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Adli biyoloji ve adli genetik konularında popüler bilim kitapları çok az. Olanlar genelde roman tarzındalar ve çoğu da çeviri. Yerli yazarlarımızın kitap sayısı yeterli değil.
 
CSI ve polisiye dizi ve filmler çok seviliyor ve izleniyor. Ama gerçek filmlerde olduğu gibi olmuyor bazen. Gerçek olaylardan çıkarak gerçek bilim insanları suç laboratuvarlarında nasıl çalışıyorlar bunu işin içine gerçek bilimi de sokarak anlatmak istedik.
 
Bir de bildiklerimiz biz de saklı kalmasın. Paylaşalım değil mi? Genç nesiller ve meraklı okur severler böyle bir dünyadan haberdar olsunlar.
 
Kitap kimlere yönelik hazırlandı?
Kitap hemen her yaştan herkese uygun ve popüler bir bilim kitabıdır. Özellikle lise ve üniversite öğrencileri daha da çok sevecekler. Polis, savcı, hakim, avukat ve adli tıp-hukuk-kriminal üçgeninde çalışan uzmanlar için de faydalı bir eser. CSI sevenler ve kriminal dünyasını merak eden herkesi memnun edecek bir kitap. Biyoloji ve Kimya öğretmenleri okullarda öğrencilere tavsiye edebilirler. Kendileri derslerinde yardımcı kaynak olarak kullanabilirler. Adli bilimlerde ders veren hocalarımız, yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu kitapta kendilerinden çok şey bulacaklar.
 
Bu vakaların öğrenilmesi neleri değiştirecek?
Su içerken dudaklarımız ile DNA’mızı olay yerine bıraktığımızı düşüneceğiz. Bir saç telinin bile neleri aydınlattığını görünce heyecanlanacağız. Yüzyıllar geçse de gerçeklerin er geç ortaya çıktığını göreceksiniz. İzlediğimiz film ya da dizi sahnelerini daha iyi analiz edeceğiz. Uzmanından doğru bilgi sahibi olacaklar. Titanik ve Mona Lisa gibi tarihteki ilginç kişi ve vakaları bilimsel yönden de inceleme fırsatı bulacaklar. Kısaca pişman olmayacaklar çok şeyleri keşfe çıkacaklar.
 
 
Kriminal vakaların olduğu konular ilgi çekiyor, sizce bu neden?
Merak insanın DNA’sında var. Karşı konulamaz. İnsanlar özellikle ünlü insanların özel yaşantıları daha çok merak ediyorlar. Gizemli konular bir muamma olduğu için herkes bir Holmes kesilerek olayı çözmeyi istiyor. Herkes kapalı kutuyu açıp içini görmek istiyor. Biraz da aşk, heyecan ve entrika işin işine girince artık bağımlılık yapıyor.
 
Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, dinlemesini önereceğiniz müzik ve izlenmeli dediğiniz film sizce hangisi?
Film olarak; October Sky, müzik; Beethoven- 9. Senfoni, kitap; Grigory Petrov Beyaz Zambaklar Ülkesinde.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Maalesef genelde iyi sayılmayız. Sizin gibi özel ve işinde uzmanlaşmış kişi sayısı çok az. Daha çok popülizme itibar ediliyor. Haberler kısa ve yüzeysel veriliyor. Analitik haber sayısı çok az. İyi haber bence kesilmeli ve yıllarca saklanmalı. Ve genelde çoğu zaman bilgi kirliliği ve insanları yanlış yönlendirme yapılıyor.
 
Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir?
Test edilmiş sağlıklı ve kaliteli bilgi ilk şart. Kulaktan dolma olmaz. Okuyucunun ruhunu anlayan ve nabza göre şerbet veren, korkutmayan, kendini okutturan, eğlenceli ve popüler bir tarzı herkes sever. Ve en önemlisi uzmanlarından teyit edilmiş bir metin. Biraz samimiyet, biraz empati biraz da şeffaflık.
 
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Düz bir bilim insanı ve bu yolda ilerlemeyi bir hayat tarzı olarak benimseyen bir akademisyenim galiba. Bilim yolu bir hedef değil bir seyahat. Tadını çıkarmak lazım. Bilimin eğlenceli ve insana karizmatik gelen bir yanı var. Bunun hakkını vermeyi umuyorum. Duyduğum heyecanı ve bu gizemli dünyayı merak eden insanlara anlatmak istiyorum. Bilim bilim için değil bilim toplum ve insanlar içindir.

Etiketler , | Yorum Yok

KİMSENİN BİLEMEYECEĞİ ŞEYLER NELER?

Beyinle ilgili bilmek istediğiniz birçok bilginin yer aldığı kitap “Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler” Doç. Dr. Sinan Canan, tarafından herkesin okuyabileceği bir dille hazırlandı. Kitapta, “Lisan nedir?”, “Yeni paranoyamız: zihin kontrolü”, “Tıbbın dil yarası”, “Evlilik aşk’ı öldürür mü?” gibi başlıklar yer alıyor.
 
Ülkemizde nörobilim alanında çalışan ve bu alanda “Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler” kitabıyla beyin araştırmalarına farklı bir boyut kazandıran Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan, kitabında beyin ile ilgili merak edilen birçok konuyu ele alarak açıklıyor. Kitap, anlaşılır bir dille hazırlandığı için herkesin okuyabileceğini söyleyen  Canan, “bir bilim adamının ilginç bulduğu meseleler hakkındaki düşünceleri”ni ele aldığını kaydediyor. Kitapta, “Lisan nedir?”, “Yeni paranoyamız: zihin kontrolü”, “Tıbbın dil yarası”, “Evlilik aşk’ı öldürür mü?”, Ne istiyorsunuz? gibi başlıklar yer alıyor.
 
Kitabınızın adı ne anlama geliyor?
Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler, yaklaşık 10 yıl kadar önce yazdığım bir yazımın başlığı idi. Bu yazı, biraz genişletilmiş haliyle kitabın son bölümlerinde de yer alıyor. Yazının konusu, özellikle kaos kuramı ve karmaşıklık bakış açısıyla, daha önceden zamanla bilinebileceğine inandığımız bir çok şeyin neden “bilinemeyeceği” üzerineydi. Bu başlığı kitaba isim olarak seçmemiz de özellikle bu fikrin kitabın ana temalarından birisini oluşturmasından dolayı oldu. Yoksa kitapta “kimsenin bilemeyeceği şeyleri” yazmak gibi bir iddiam yok, zira ben de bir kimseyim neticede...
 
Bir sinirbilimci olarak neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz?
Sadece sinirbilimci değil, köken olarak bir biyolog, okumaya meraklı bir insan ve kendini sürekli eksik hisseden birisiyim. Bu eksikliğimi tamamlamak için bildiğim en iyi yol okumak, düşünmek, yazmak ve diğer insanlarla konuşmak. Bu kitap da yıllar içinde bu amaçla aldığım notların derlenmiş hali aslında. Amacım, özellikle gençlerin, başta din-bilim meselesindeki kafa karışıklığına kendimce bazı çözümler önermek, bilimi olabildiğince çok insana, özellikle de bilimle ilgilenmeyen insanlara sevdirmek, inançlı insanların esas görevinin araştırmak ve bilmek olduğunu hatırlatmak ve nihayet, yirminci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen bilimsel dönüşümlerin düşünce dünyamız üzerine yapması gerektiğini düşündüğüm etkileri olabildiğince hızlandırmaktan ibaret. Cevaplardan ziyade üzerinde düşünülebilecek sorular sormaya, düşünmeye yatkın zihinlere ileride büyük fikirlere sebep olabilecek küçük düşünce tohumları atmaya çalışıyorum aslında.
 
 
Kitabınıza olan ilgi sizce nasıl?
Kitaba olan ilgi benim tahminlerimin oldukça üzerinde başladı. Çıkalı iki ay geçtiğinde üçüncü baskımızı yapmak üzere hazırlıklar başladı. İnşallah böyle devam eder ve ümit ediyorum ki ben de bu ilgiye layık bir çizgide devam edebilirim. Aldığım geri bildirimlerden anladığım kadarıyla kitapta en çok ilgi çeken konu, öncelikle yazılış üslubuyla ilgili. Konuştuğum gibi yazmaya gayret ediyorum ve yaklaşık 10 yıldır sürekli yaptığım halka açık konuşma ve konferansların neticesinde sanırım bilimi halk diline tercüme etme konusunda biraz birikim kazandım. Onu olabildiğince kitabıma da yansıtmaya gayret ettim. Bu açıdan çok olumlu dönüşler aldım. Kitapta bir çok netameli konuya da dokunmuş olmama rağmen sanırım derdimi anlatabilmişim. Çok az olumsuz dönüş dışında genelde oldukça cesaretlendirici ve mahcup edici geri dönüşler aldım. Olumsuz olanlar ise daha ziyade ideolojik yahut mezhebi duruşlar nedeniyle oluyor ve sanıyorum sloganların ötesinde bir masa etrafında konuşulsa anlaşılmayacak meseleler değil.
 
Kitabınızın alışılmışın dışında bir yapılanması var. Biraz bilgi verir misiniz henüz okumamış olanlar için?
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm olan Bize Dair bölümünde, biyolojimizden  ve beynimizin yapısından yola çıkarak insana, dile, anlama ve iletişime dair görüşlerimi bir araya toplamaya çalıştım. İkinci bölüm, “Bilim ve İnanca Dair” başlığını taşıyor ve özellikle din-bilim sorunu, evrim mi yaratılış mı gibi tartışmalara mantıklı bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum. Kitabın en çok tartışılan vE geri dönüş alığım kısmı da tahmin edersiniz ki bu bölüm. “Kaosa dair” başlıklı üçüncü bölüm ise kaos ve karmaşıklık bilimi, fraktal geometri, tabiatın biçimleri, kenar etkisi, kaos felsefesi ve konuyla ilgili hayatımızı doğrudan ilgilendirdiğini düşündüğüm çıkarımlarımı içeriyor. Bu bölümde de yine özellikle eğitimci arkadaşlarımızdan çok olumlu yorumlar aldım. Sanırım bu kısmı genişletmem ve müstakil bir kitap olarak yayınlamam gerekecek.
 
Devam kitabı yazmayı düşünüyor musunuz?
Bu tip derleme tarzı kitapları yine yazma niyetim var. Fakat şimdi sırada [n]Beyin kitabı ile müstakil bir Kaos kitabı var. Onlar üzerinde çalışmaya çalışıyorum. İnşallah 2015 yazında bitirme ve piyasaya çıkartma niyetim var. Ardından daha ziyade gençlere yönelik içeriklerle yazarlığa devam etmeyi arzu ediyorum, ömrümüz ve imkanımız olduğunca elbette...
 
Kitabın üzerindeki [n]Beyin logosu yer alıyor. [n]Beyin kitapları çıkacak mı?
Evet, planımız bir seri halinde [n]Beyin kitapları çıkartmak. Beynimizin gizemli dünyasını anlatan kitaplarımız dışında “kullanım kılavuzu” şeklinde tabir edebileceğimiz pratik kitaplarımız da geliyor. Ama şimdilik çok fazla ipucu vermeyelim. İnşallah 2016 itibariyle kitaplarımızı raflarda görmeye başlayacağız.
 
 [n]Beyin ile bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?
[n]Beyin aslında bir bilimsel anlatı olarak başladı ve bu yolla Türkiye’nin birçok merkezinde, başlıca üniversitelerinde ve kamu kurumlarında binlerce insana ulaştık. Bu gün [n]Beyin artık bir eğitim ve araştırma grubu haline gelmiş durumda. Farklı disiplinlerden araştırmacılarımız, sanatçı arkadaşlarımız ve öğrencilerimizle beynimizin, zihnimizin ve yaşantımızın gizemlerini açacak anahtarlar geliştirmekle ve bunları herkese sunabilmekle ilgileniyoruz. Alışılageldik tek taraflı bir bilgilendirme yerine, eğitimler ve alan çalışmaları ile, beynimizi ve hayatımızı daha olumlu bir yönde değiştirmenin yollarını araştırıyor ve bunları çeşitli vesilelerle [n]Beyin dostları ile paylaşmaya gayret ediyoruz. Yakında medyada daha çok göreceğinizi zannettiğim [n]Beyin, çok fazla örneği olmayan bir yapılanma olarak, geleceği bilim ve sanatla şekillendirmenin yollarını araştıran, öğrendiği her şeyi insanların hizmetine sunmayı amaç edinmiş bir okul olarak şekilleniyor. Türkiye şartlarında tam olarak nasıl evrileceğini bilmesek de, hepimiz oldukça heyecanla çalışıyoruz. Güzelliklerde birleşenlerin güzellikler doğuracağına olan inancımızla yolumuza devam ediyoruz. Bizi izlemeye devam edin.

Etiketler , , | Yorum Yok

HACETTEPE DAHİLİYE MEZUNLARI ALBÜMDE TOPLANDI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda ihtisas yapmış tüm hekimlerin tam listesi ve iletişim bilgilerinin olduğu albüm yayınlandı.
 
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Ömer Karadağ, Prof. Dr. Serhat Ünal ve Dr. Mustafa Arıcı tarafından oluşturulması planlanan Hacettepe Dahiliye Albümünde, Anabilim Dalının tarihçesi, önceki ve mevcut öğretim üyelerinin yanı sıra daha önce buradan uzmanlığını almış hekimlerin tam listesi ve fotoğrafları yer alıyor. Kurulduğu günden 2015 yılı başına kadar toplam 467 iç hastalıkları uzmanı ihtisasını tamamlamış ve gerek yurtiçi gerekse yurtdışı çeşitli kurumlarda uzman, öğretim üyesi, klinik şefi veya araştırmacı olarak çalışmalarına devam etmiş ve etmeye devam etmektedir.
 


 
 
Kitabın Editörü Doç. Dr. Ömer Karadağ, ‘Hacettepe Dahiliye Albümü’  hakkında şunları söyledi: “Önceleri öğrencisi, sonra asistanı bugün ise Öğretim Üyesi olma onur ve gururunu yaşadığım Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalında ‘Dahiliye’ anlayışı ile yetişmenin hastalara yaklaşımda farklılığını hep hissettim. Üniversite, Tıp Fakültemiz ve Anabilim Dalımızın bu günlere gelişinde ve ‘Dahiliye Anlayışı’nın oluşmasında, başta Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Sayın Prof. Dr. Şeref Zileli olmak üzere birbirinden değerli ve özverili hocalarımız katkıda bulunmuş ve Hocabey’in ‘Daha ileriye en ileriye’ düsturu yol gösterici olmuştur. Meslek hayatım boyunca tıp eğitiminin sadece amfi veya servislerden ibaret olmadığı ve her türlü bilginin bazen farkında olmadan difüzyonla da öğrenildiği, belki de usta-çırak ilişkisinin başka başka normlarla yaşandığı bir süreç olduğunu düşündüm. Bu sürecin bizden sonraki nesillere aktarımı ve bizden sonraki arkadaşların bu meşaleyi daha ileriye taşıyabilmelerinde kısmen de olsa destek olabilmek için böyle bir albümü hazırlamayı amaçladık. Bu albüm kıdemli hocalarımızın anıları, fotoğrafları, Rektörlük, Dekanlık ve Anabilim Dalı arşivleri ile Mantar Dergilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur. ”


Etiketler , , | Yorum Yok

HASTALARLA DOĞRU İLETİŞİM NASIL KURULUR?

Hastalarla İletişim adında, sağlık çalışanlarına rehber olacak bir kitap çıkartan Yrd. Doç. Dr. Yasin Bulduklu,  çalışması ile bu alanda merak edilenleri ele aldı.

Sağlık hizmetlerine ilişkin tatminin sağlanması ve algılanan kalitenin yükseltilmesinde sağlık hizmeti sunanlarla hastalar arasındaki iletişimin büyük önemi vardır. Hastalarla iletişim kitabının yazarı Yrd. Doç. Dr. Yasin Bulduklu, hasta iletişiminde özellikle empati kurmanın önemine dikkat çekiyor.  İletişimin “sahne oyunu” gibi olduğunu hizmeti sunanlarca unutulmaması gerektiğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Yasin Bulduklu, “Hizmeti sunan ne denli başarılı iletişim kodlarını aktarırsa zor olarak nitelenen kişilerin buna geribildirimleri de o denli olumlu olacaktır” dedi.

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Yrd. Doç. Dr. Yasin Bulduklu, Hastalarla İletişim kitabı ile ilgili soruları yanıtladı.

Hasta iletişimi nedir?
Hasta iletişiminden önce hastayı tanımlamak gerektiği kanaatindeyim. Olağan koşullarda hasta iletişimi veya hastalarla iletişim denildiğinde kişilerarası iletişimin temel ilkelerinin hasta ile iletişimde de etkili olduğu kabul edilir. Ancak hasta ile iletişim normal koşullardaki diğer bireylerle iletişim kurmaktan farklıdır. Zira hasta zaten normal fizyolojik ve psikolojik bağlamından sapmıştır ve bulunduğu durumdan hoşnut olmayan kişidir. Onun bu içsel rahatsızlığı kodlara daha fazla anlam atfetmesine ve iletişimin bağlamını farklı değerlendirmesine neden olmaktadır. Hasta iletişimi, bu haliyle olağan koşullarda karşılaşılma olasılığı oldukça zayıf olan kişiler arasında gerçekleşen, tarafların eşit olmadığı ve çoğunlukla yaşamsal düzeyde cereyan eden hasta ile sağlık hizmeti sunucusu arasındaki iletişimdir. Hasta iletişimi, tarafların içinde bulunduğu duruma, inançlara, değerlere ve kültürel ögelere göre değişkenlik gösteren yapıdadır. Kişinin yargıları, acıyla başa çıkma düzeyi ve kaderci olup olmaması gibi koşullar da iletişimin üzerinde etkili olmaktadır. İletişimin etkililiği, sunucu – hasta ilişkilerinde tedavide istenen sonuçların ve tarafların memnuniyetinin önemli bir bileşenidir. İletişimin eşitler arası olmayışı ve bilgi sahipliğindeki dengesizlik, tarafların birbirlerini daha çok anlamaya yönelik çabalara yoğunlaşmasını gerektirmektedir. Bu anlamda hasta ile iletişimin en önemli unsurunun empati olduğu söylenebilir. 

Kaç tip hasta ve hasta yakını var? Bu hastalara yaklaşımda nelere dikkat edilmesini önerirsiniz?
Aslında her hasta farklıdır ve her hasta kendine özgüdür. Ancak bazı karakteristik özelliklere göre bir genelleme yapılabilir. Bu durumda da daha çok sorun ortaya çıkarması olası hasta tiplerinin kategorize edilmesi, iletişim sırasında bu özelliklerin göz önüne alınması iletişim kazalarının daha az yaşanması sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu çerçevede “Hastalarla İletişim” kitabında literatür bağlamında yapılan kişilik çalışmalarının sonuçları çerçevesinde dokuz hasta tipolojisine kitapta yer verdim. Bu artırılabilir. Ancak dediğim gibi iletişim sorunu yaşanması olası bu dokuz tipin tanınması ve bu özelliklerine göre onlara yaklaşım sergilenmesi, hem hizmet sunucusu hem de hasta açısından yararlı olacaktır. Bu hasta tiplerine ilişkin ayrı ayrı yaklaşımlardan söz edilebilir. Ancak burada hepsine ayrı ayrı değinmek yerine zor hastalarla iletişim konusunda genel bir şeyler söylemek yerinde olabilir. 

Sağlık hizmeti sunucularının genel tavrı, iletişimsel anlamda zor olarak nitelenebilecek kişilik yapısındaki hastalarla fazlaca uğraşmamak ve hatta onlardan uzak durmak yönündedir. Genellikle de bu tip hastalar, sağlık hizmeti sunucuları açısından sorunlara yol açmaktadırlar. Onlardan kaçınmak yerine basit bazı taktiklerle onlarla iletişim kurmaya çalışmak, uzun vadede ortaya çıkması olası sorunların önüne geçmeyi sağlayacaktır.

Hasta tiplerine ilişkin olarak en temel öneri, sahip olunan önyargıları bir kenara bırakmak ve bu kişilik tiplerine veya iletişim biçimlerine sahip kişilerin özelliklerinin onların bir parçası olduğunu kabul etmektir. Etkili sonuçlara erişmek için bu kabullenme, bir başlangıç olarak belirlenebilir. Hasta tiplerine göre iletişimde hastanın tek kişi olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Zaten hizmet almaya da hasta genellikle birilerinin refakatinde gelmektedir. Örneğin geveze bir hasta ile iletişim kurmaya çalışırken geveze bir hasta yakını ile de başa çıkmak zorunda kalınabilmektedir. Bu noktada bu türden hasta ve yakınlarının nasıl konunun çerçevesi içinde tutacağınızı bildiğinizde en basit kazanım, zamandan tasarruf etmektir. 

Zor hastalarla iletişimde sağlık çalışanlarına öneriniz nedir?
En temel yaklaşım, önyargısız biçimde bu kişilerle iletişim kurmaya çalışmak ve içinde bulundukları duruma göre onları değerlendirmektir. Ancak zor hastalarla iletişimde en önemli aşama; bu hastaları tanımak, doğru kategorize etmek ve onlara uygun iletişim deseninde ilişkiyi yapılandırmaktır. Böylelikle olası iletişim kazaları da engellenebilecektir. Sağlık hizmeti sunucularının unutmaması gereken esas nokta, hastanın kişilik yapısı zor bile olsa doğru iletişim stratejileri ile herkesle etkin iletişim kurulabileceğidir. Daha genel bir ifade ile herkesin anlayabileceği bir iletişim dili vardır. İletişimin “sahne oyunu” gibi olduğu hizmeti sunanlarca unutulmamalıdır. Hizmeti sunan ne denli başarılı iletişim kodlarını aktarırsa zor olarak nitelenen kişilerin buna geribildirimleri de o denli olumlu olacaktır. Elbette sağlık hizmeti sunucuları, emek yoğun bir sektörün çalışanlarıdır ve herkese istediği nispette ilgi göstermekte zorlanabilirler. Onların da özel yaşamlarında sorunları vardır. Ancak sağlık hizmetleri bu noktada diğer sektörlerden ayrılır. Özellikle hastanın giderek hizmet sunumunun merkezine yerleşmeye başlaması, hastayı anlamanın ve ona uygun iletişim deseninin seçilmesinin önemini de giderek artırmaktadır. Sağlık sunucusunun bu düşüncesinde göz ardı etmemesi gereken esas husus, başlangıçta ortaya koyarak ikna etmediği hasta için sonra çok daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacağı olmalıdır. Sağlık sunucuları birkaç küçük ipucu yardımıyla bu hastalarla iletişimi yönetebilirler. 

Doktordan ve tedaviden kaçan hasta nasıl ikna edilir?
Doktora ya da tedaviye uymama bizim ülkemizde en çok rastlanan durumdur. Birçok kişi sadece hekime gitmekle sorunun çözüldüğünü düşünür. Hatta çoğumuz hekimlere bir şeyimiz olmadığını söylesin diye gideriz. Olumsuz bir şey söylediğinde de eğer o hekime tam güvenmiyorsak başka bir hekim aksini söylesin diye ona gideriz. Bu durumda da sağlık hizmeti sunucusunun ve özelde hekimin iletişim becerisi ortaya çıkmaktadır. Hastanın tam anlamıyla ikna edilememesi, aslında sağlık kaynaklarının da etkinsizliğine neden olmaktadır. İkna olmayan hastanın başka diğer hekimlere, sağlık kurumlarına veya alternatif uygulamalara yönelmesi, aşırı kaynak tüketimine de neden olmaktadır. Hastanın ikna edilmesi ve onunla aynı noktaya bakıldığının sağlanması, sadece hastayı korkutarak başarılabilecek bir durum değildir. Onunla iyi iletişim kurmak, onu sadece hasta olarak değil de bir birey olarak, kendi hayatının farkında olması gereken bir uzman olarak görmek iknanın ilk adımı olarak kabul edilebilir. Kendini paternalist bir yaklaşımla üstün olarak konumlandırmak yerine hastanın toplumsal konumu, yaşı, kültürel bağlamı gibi hususları göz önünde bulundurarak iletişim kurmak yararlı olabilir. Bazı hastalar, hekim kendine sert davrandığında talimatlara uyarken diğerleri, söylenilen somut olarak gösterildiğinde ikna olabilmektedir. Yine ikna konusunda hekimlerin soyut ifadelerle durumu açıklamaktan ziyade somuta yönelik yaklaşım sergilemeleri de daha düşük sağlık okuryazarı kişilerin kolay ikna edilmesine yardımcı olabilir. Bu anlamda görsellerin ve operasyon görüntülerinin somut zemine oturtmakta yararlı olacağını ifade etmek isterim. Yine özellikle kronik rahatsızlığı olan kişilerin durumsal bıkkınlıkları, önerileri dinlememek, tedaviden kaçmak ve keyfine göre hekim bulmak arayışını en çok ortaya çıkaran etkenlerin başında gelmektedir. Böyle durumlarda aile bireylerinden yardım almak ve onlara sorumluluk vermek de yararlı olabilir. Örneğin sigara içen ve sağlık açısından ivedilikle bırakması istenen dedenin üzerinde torunu oldukça etkili olabilmektedir.  Torundan aldığınız yardım ile dedeyi daha çabuk ikna etmeniz yüksek olasılıktır. 
 

Hastalar, sağlık profesyoneli ile doğru iletişimde nelere dikkat etmeli?
Buraya kadar hep sağlık sunucularının sorumluluğunda bir iletişim biçiminden söz ettik. Ancak iletişim iki yönlü bir süreçtir ve bunun hasta tarafı da sorumluluk almalıdır. Hasta ya da yakınları sorumluluk almadan doğru sonuca erişmek olanaklı değildir. Hasta ile hekimin etkileşiminde tarafların tatminini etkileyen beklenti düzeyi, iletişimin kalitesini etkileme potansiyeline sahiptir. Öncelikle hekimler sihirli değneğe sahip kişiler değillerdir ve onlardan şapkadan tavşan çıkarmalarını beklememek gerekir. Hasta anlattığı şeylerden hekimin hemen durumu anlamasını ve sorunu anında halletmesini bekliyorsa bu gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Aynı şekilde hekimin durumu tam anlamıyla algılayıp durumdan en az hasta kadar mustarip olmasını beklemek de gerçekçi değildir. Ama her koşulda hastanın yapması gereken en önemli şey, sorunu tam, açık ve doğru biçimde hekime ya da hizmetin diğer sunucularına aktarmasıdır. Olabildiğince sade ve amaç odaklı sorunun aktarılması, taraflara hem zaman kazandıracak hem de sorunun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Hizmeti sunana durumun aktarımı sırasında utanma, sıkılma, çekinme gibi motivasyonlarla bastırılması da tedaviyi olumsuz etkileyebilmektedir. Hekimle iletişimde bu duyguları bir kenara bırakmak iletişimi olumlu yönde etkileyecektir. Hastalar özellikle bedelini ceplerinden ödediklerinde hizmeti sunanın tüm zamanını satın aldıklarını düşünürler. Onun çalışma alanını da bu nedenle uzun uzun işgal etmekte bir sorun görmezler; hatta bunu hakları gibi düşünürler. Onların bu bakış açısı, hizmet sunucularına karşı olumsuz tutumları ortaya çıkarabildiği gibi; tedavi etkinliğinin de azalması sonucunu ortaya çıkarabilmektedir. Hastanın kendi yaşadığı deneyimin uzmanı olarak hekimle ortaklık kurmaya yönelik çaba göstermesi ve önyargılarını bir tarafa bırakması tedavi sonuçlarını olumlu etkileyeceğinin bilincinde olması gerekir. Elbette hasta hakları vardır. Ancak hastalar hakları kadar sorumluluklarının da bilincinde olmalıdırlar. Üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeden sadece hizmeti sunanı suçlamak, en basit haliyle haksızlıktır.  

Kriz anında neler yapılmalıdır?
Sağlık hizmetleri, doğası gereği pek çok riski bünyesinde taşımaktadır. Yapılan küçük bir girişim bile kişinin yaşamını ve yaşam kalitesini etkileyebilmektedir. Hizmeti sunan, alanında ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun; diğer etkenlerden doğan bazı sonuçların engellenebilmesi neredeyse imkansızdır. Hatta zaman zaman yapılan işte aşırı uzman olunduğunun hissedilmesi de beklenmeyen bir durumu ortaya çıkarabilmektedir. Beklenmeyen gelişmeler, sağlık hizmetini sunanın veya sağlık kurumunun ve hatta sağlık sisteminin kriz ortamına sürüklenmesi sonucunu ortaya çıkarabilir. Kriz doğası gereği, zarar, ziyan, hasar ve kayıp ile sonuçlanan durumları yaratır. Krizin doğru yönetilebilmesi ile de bunların etkisi azaltılabilir. Hatta moda ifadeyle kriz fırsata dönüştürülebilir. Sağlık hizmeti sunumunda krize yanıt en önemli aşama olarak görülmektedir. Kriz başlangıç aşamasında doğru kontrol edilebilir ve hazırlıklı olunabilirse etkileri daha az olmaktadır. Kurumların ya da kişilerin kriz durumlarında en sık başvurdukları yöntem, duyarsız kalmak, sorumluluğu inkar etmek ya da bir başkasını suçlu ilan etmek biçimindedir. Kriz durumları bunların aksine açıklığa ve doğru iletişime en çok ihtiyacın olduğu dönemlerdir. Yine krizin ortaya çıkmasına yönelik tüm çabalara rağmen; sağlık alanı, krizin engellenmesi en zor olduğu sektördür. Bu noktada genellikle krizi onarıcı adımlar öne çıkmaktadır. Eğer kriz sağlık kuruluşunu etkileyecek nitelikteyse bu durumda ilk adım, tek bir sesin dışarıya yansıtılması ya da her kafadan bir ses çıkmamasının önlenmesi olmalıdır. Krizin odağındaki bir kişi ise bu durumda da profesyonel bir iletişim yöneticisi ile çalışmak yararlı olabilir. Ancak hem kişi hem de kurum için kriz durumunda hızın ve gerçekçiliğin önemli olduğu unutulmamalıdır. Medyanın kriz yönetiminde en stratejik araç olduğu bilinmeli, onlara doğru bilgi tek kaynaktan hızlı biçimde aktarılmalıdır. Bu arada sağlık hizmetlerinde bazı krize neden olma olasılığı önceden belirli olan olaylar için beklenti yönetiminden de kısaca söz etmek yararlı olur kanaatindeyim. Bazı sağlık girişimlerinde hizmeti sunanlar hastaya pozitif olmak adına bazı önerileri iyimser biçimde aktarma eğilimi göstermektedirler. Böyle durumlarda hastanın sonuç beklentisi düzeyi yükselmekte ve olası küçük aksilikler bile kriz sonucunu doğurmaktadır.  Böyle durumlarda da açık biçimde bilgi vermek, beklenti düzeyinin yükselmemesine neden olacaktır. Bu noktada açık olmak ile acımasız olmak arasındaki çizgiye de dikkat etmek gerekir. 
 
Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, dinlemesini önereceğiniz müzik ve izlenmeli dediğiniz film sizce hangisi?
Yoğun çalışma tempom sırasında okuma fırsatı bulamadım. Ancak ilk fırsatta okuyacaklarım listesinin başına yazdığım “Kokuyla Keşfet” kitabından bahsetmek isterim. Aslında koku ve algı üzerine de biraz ilgim var. Kokunun beyinde oluşturduğu çağrışımlar konusunda kısmen bilgi sahibiyim. Bu yüzden de kitabınızı gerçekten merak ediyorum ve ilk fırsatta okumak için zaman yaratacağımdan emin olabilirsiniz. Tavsiye edeceğim kitaba gelince; bazı kitaplar vardır ki hiç eskimez ve okunmaması eksikliktir. Doğan Cüceloğlu’nun “Yeniden İnsan İnsana” kitabı da bunlardan biri diye düşünüyorum. İletişimi anlamak ve farkında olarak iletişim kurmak için iyi bir öneri diyebilirim. Zaten en son 49. Baskısını yaptığını öğrendim. Bence iletişim konusunda kaygıları olan herkes okumalı. Filme gelince biraz da alanımla ilgili olan bir filmi önerebilirim. 2007 Amerikan yapımı bir belgesel olan “Hasta – Sicko (Orijinal adı)” filmi bana ilginç geldi. Son dönemde izlediğim ve beğendiğim filmlerden biri de “Mandıra Filozofu”ydu. Özellikle “şunun şurasında kaç gününüz kaldı?” sorusunun her sağlık çalışanı tarafından kendine sorulması gerektiğini düşünüyorum.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberciliği bizde henüz yeni gelişmeye başlayan bir kavram olsa da giderek önemini artırmaya başladı. Aslında bu denli önemsenmesinde biraz da özel sağlık kuruluşlarının sayısının artmış olmasının etkisinin olduğunu düşünüyorum. Özel kuruluşların bu katkısını etik bulmasam da alanın gelişmesi üzerinde olumlu etkisi nedeniyle önemsiyorum. Henüz çerçevesi tam olarak çizilmemiş olsa da özellikle internetin giderek yaygınlaşması konuya daha fazla önem verilmesini ve düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. İnsanların sağlık konusunda ilk kaynak olarak internete başvurdukları düşünüldüğünde sağlık haberlerine ve sağlık içeriklerinin sunumuna yönelik bazı ilkelerin artık tanımlanması gerektiği açıktır. İzleyenlerin denetimsiz olarak iletilere maruz kalmalarının sağlık sonuçları üzerinde olumsuz etkilere neden olacağından sağlık haberciliğinde de eğitim ve sertifikasyonun olması zorunlu gibi görünüyor. Böyle olduğunda sağlık habercileri de sağlığın geliştirilmesine olumlu katkı verebilirler kanaatindeyim. Sağlık haberleri konusuna gelince diğer tüm alanlarda olduğu gibi en önemli unsurun doğru habercilik ve kamunun aydınlatılması amacını taşıması gerektiğini düşünüyorum. Kendine özgü nitelik olarak da sağlık haberlerinin sağlığın korunması, hastalıkların önlenmesi ve nihayet sağlığın geliştirilmesine katkı yapmalıdır kanaatindeyim.

Sağlıklı iletişimin olmazsa olmazı size göre nedir?En başta sağlık iletişimi sadece kişilerarası iletişim boyutuna sıkıştırılamayacak kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Yani sadece hekim – hasta iletişimi boyutu ile konuyu ele almak sağlık iletişimini çok dar bir bakış açısı ile değerlendirmek anlamına gelmektedir. Oysa sağlık iletişimi çok boyutlu bir kavramdır. Genel anlamda sağlık iletişiminde iletinin anlaşılır ve açık olması, doğru bilgiyi içermesi ve hedef kitle bağlamında kodlamanın yapılması önemli hususlar olarak sıralanabilir. Ancak ben burada hizmet sunan – hasta iletişimi konusunda en önemli husus nedir? Sorusuna cevap vereyim. Bana göre hasta ile iletişiminin en önemli unsuru “insanı sevmek”tir. İnsanı sevmeden, çaresiz gözlerden rahatsız olmadan bu işin başarılı biçimde yapılmasının imkansız olduğunu düşünüyorum. Hastaya ya da yakınına yardımcı olunduğunda veya doğru iletişim kurulduğunda onların gözlerindeki mutluluğun tarifsiz olduğunu anlamadan bu hizmetin etkili sunumu olanaksızdır. Sadece para, sadece statü ya da sadece bireysel yarar için tatmin edici sağlık hizmeti sunulamaz. Dolayısıyla insanı sevmeden de sağlıklı iletişimden söz edilemez.  

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1976 yılında Konya/Beyşehir’de doğdu. Kamu Yönetimi alanında Lisans ve Yüksek Lisans eğitiminden sonra Halkla İlişkiler ve Tanıtım alanında Doktora derecesini aldı. Doktora çalışmasında televizyonda yayınlanan sağlık programlarını ve izleyicilerini araştırdı. “Sağlık İletişimi”, “Hastalarla İletişim” ve “İmaj Yönetimi” adlı kitapları da bulunan Bulduklu, alternatif tıbbi uygulamalar ve iletişim, kitle iletişim araçlarındaki sağlık programları, sağlıkta kriz yönetimi, sağlıkta iletişim yönetimi ve sağlık hizmeti sunumunda iletişimin rolüne ilişkin konularda çalışmalar yaptı ve yapmaktadır. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.


Etiketler , | Yorum Yok

SAĞLIĞIMIZ GÜVENLİ ELLERE EMANET EDİLMELİ


Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla bu alanda yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla yayınlandı.

Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla bu alanda yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla yayınlandı. " Kitapta 49 bürokrat, akademisyen ve gazeteci bir araya geldi, Sağlık Editörü ve Biyolog Esra Öz yazdı. Öz, dört yılı aşkın bir süredir, üzerinde çalıştığı “Sağlık Haberciliğine Yön Verenler” yazı dizisi ile Türkiye’de ilk defa bu alanda çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla sorunları ve çözüm önerilerini içeren röportajlar yaptı. Bu çalışmayı, sağlık iletişimi ve sağlık haberciliğinin geliştirilerek, sağlık okuryazarlığı ve medyanın bilinçlendirilmesi için hazırlayan Öz, hayatımızın temel taşı olan sağlığın medyadaki yerini belirlemek için yaptığı bu çalışma ile temellerinin atılacağı sağlık haberciliğinin uzmanlaşmasında bir katkı sağlamayı hedefliyor.
 
Sağlık Haberciliğinde Uzmanlık Neden Gerekli?
“Sağlık haberciliği, gazetecilik mesleğine adım atar atmaz, haber yazmayı öğrenirken yapılacak bir iş değildir” diyen Öz, sağlık haberlerinin emin ellerde olması gerektiğini vurguluyor. 

Haberler, alanında uzman sağlık habercileri tarafından yapılmıyorsa “İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?”  sorusunun akla geldiğini belirten Öz, “Uzmanlaşma için gazetecilerin hakkını savunmak ve onların arkasında durulması gerekiyor. Akademik camianın çalışmaları eşliğinde sağlık habercilerinin tecrübelerini paylaşarak bir araya gelmesi ile güzel işlere imza atılacağına inanıyorum.  Doğru, etik ve güvenilir sağlık haberleri, sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmazdır. Sağlık Bakanı ve Meclis Sağlık Komisyon Başkanı da bu çalışmaya destek vererek bu alanda yapılacak çalışmaların öneminin üzerinde duruyorlar” dedi.
 
 
 
Sağlık Haberciliği Bir Uzmanlık Alanı Olarak Kabul Edilmeli!
Sağlık haberciliğinin uzmanlık alanı olması adına çabaları sonucu ortaya çıkan bu kitabın, ilk çalışmalarına yaklaşık 4 yıl önce başlayan Öz, şunları söyledi: “Sağlık haberciliği ve iletişimi üzerine çalışan hocalarımıza ulaşarak, bu alana emek vermiş meslektaşlarımla görüştüm. Bu kitap, sağlık haberciliğinde bir dönemin bakış açısını ortaya koymaktadır. Gazeteciler haber yaparken nelere dikkat ediyor, akademisyenler bu alanda yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyor, bilinçli bir adım atılması için öncülük edecek görüşler yer alıyor.”
 
 
Her Bilimsel Çalışmanın Haber Olmamalı
Sağlık haberciliğinde önemli olan noktanın bilimsel çalışmaların ışığında sade bir dille doğru bilgileri aktarmak olduğunu belirten Öz, “İşte bu noktada zamanla öğrenilen gerçeklerden birisi, her bilimsel çalışmanın haber olamayacağı, olmaması gerektiğidir. Bu ve bunun gibi birçok bilgi gazeteciler tarafından yaşanarak öğreniliyor. Bunların başta kuralı olsa ne güzel olur değil mi? Bu işi yapmak isteyen muhabire “Bunlara dikkat et.” demek, yol haritası sunarak, daha da kaliteli haberlere imza atmayı sağlamak mümkün” dedi.
 
Medya Kuruluşlarında Uzman Sağlık Muhabirlerine Yer Açılmalı Sağlık haberciliğinin kuralları oluşturulduğunda sağlık alanında çok fazla yanlış haber ile karşılaşılmayacağını kaydeden Öz, “Üzücü bir nokta da insanlar her haberi doğru olarak algılıyor. Mesela, doğal olana sevgi ve inanç insanları hata yapmaya daha fazla yaklaştırıyor. Her gün okuduğumuz sağlık haberlerindeki yanlışları gördükçe bu alandaki uzmanlaşmanın ne derece elzem olduğunu daha iyi anlıyorum.  Sağlık okuryazarlığının gelişmesi ve insanların bilinçlenmesi için öncelikle medya kuruluşlarında uzman sağlık muhabirlerine yer açılmalı ve sağlık muhabirlerine, ajans muhabirlerine, çeviri yapan ve istihbaratta yer alan gazetecilere de eğitim verilmeli. Çeviri haberlerinin yanlışlarla dolu aktarılması ve ajans muhabirlerinin yaptığı bazı haberler insanları boşuna umutlandırarak, büyük hayal kırıklığı yaşatması engellenebilir. Ayrıca gazetecilik gün geçtikçe kan kaybediyor ve güven sorunu yaşanıyor. Sağlık haberciliğinde ise bu çok daha fazla hissediliyor” diye konuştu.
 
 
Esra Öz Kimdir?
5 yıl süre ile Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştığı Sağlık Dergisi’nde yeniliklere açık, araştırmalarına devam etti. Daha önce yapılmamışı yapmak istediği için hayata gözlemleyerek bakıyor.  Hazırladığı “Tıbbın Duayenleri”, “Hayatı Keşfeden Biyologlar”, “Dünya’da Türk Hekimleri ve Başarı öyküleri” ve Nörobilim ile ilgili röportaj ve haber serileri sağlık camiası tarafından büyük ilgiyle takip ediliyor.  2012 yılında Sağlık Bakanlığı Sosyal Medya hesaplarının kurulumu ve yönetiminde danışmanlık yaptı.   2013 yılında Med-Index sitesinin kurucusu ve Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. 2014 yılı Nisan ayında Technical Assistance For Alignment İn Organ Donation Project (Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi) Senior Communication Expert (Kıdemli İletişim Uzmanı) olarak  organ bağışı haberlerinin işlenmesi üzerine medya çalıştayları düzenliyor. Aynı zamanda 2014 Ekim ayından itibaren Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü olarak çalışmalarını sürdürüyor. Şubat 2015 tarihinden itibaren TRT Kent Radyo Ankara'da Sağlık Gündemi programını hazırlayıp sunuyor.
 Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği tarafından düzenlenen "Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi" kapsamında "AB Organ Bağışı 2. Medya Çalıştayı"nı organize etti ve toplantıda medyanın rolü ele alındı.
 
 "AB Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi" kapsamında "Ulan İstanbul", "Arka Sokaklar", "Kaçak", "Hayat Yolunda" ve "Kocamın Ailesi" setlerinde Türkiye'deki organ bağışı ve nakillere ilişkin bilgi verilmesini organize etti.
 
"AB Organ Bağışı 3. Medya Çalıştayı"nı düzenleyerek Sağlık Bakanlığı ve AB yetkililerinin, organ bağışında farkındalığın artırılabilmesi için medya temsilcilerini ziyaret edilmesini organize etti. Show TV, CNN Türk, KANAL D, Star TV, NTV, Fox TV, TGRT Haber, Kanal 24 , Hürriyet Gazetesi, Star Gazetesi, Akşam Gazetesi ve Türkiye Gazetesi'nin yöneticileri ile görüşüldü.
 
Türkiye'de ilk defa “Kokuyla Keşfet” adıyla koku kitabı yayınladı. Kitapta, koku almanın bilimsel yönlerini eğlenceli bir dille işlerken, kokunun cinselliğe ve insan ilişkilerine etkisi, hastalıklar, parfümün gizemli dünyasını ve kokuyla ilgili daha birçok konuyu ele aldı.
 
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu öncülüğünde Dr. Dyt. Alev Keser ve Yrd. Doç. Dr. Filiz Yıldırım editörlüğünde Ankara Üniversitesi Yayınlarından çıkan "Sağlık Okuryazarlığı" kitabında  "Sağlık Habercisi Gözünden Sağlık Okuryazarlığı" bölümünü yazdı.

Etiketler , , , | Yorum Yok

GİZLİ KAPAKLI ŞEYLERİ ÖĞRENMEK İSTER MİSİNİZ?

Gizli Kapaklı Şeyler kitabının yazarı Jinekolog Terapist Op. Dr. Gökçen Erdoğan, Kadınların gizli kapaklı dünyasına bir uzman gözüyle dokunduruyor, ikili ilişkilerin en gizli ve en konuşulmayan cinselliğe dair sırlarını gerçek hikayelere tanıklık ederek anlatıyor. 

Yalnız olduğunuzu düşündüğünüz bir konuda aslında hemen herkesin sorunları olduğunu fark edip kendinize yeni bir yol çizebilme imkanı sunan Gizli Kapaklı Şeyler kitabı ile bakış açınız değişecek.  Bir ilişkinin ana damarlarından birini oluşturan cinselliğin konuşulmayan ve mahrem olarak kabul edilen  konuları kapsayan bu kitapta, başka insanların hayatında nasıl yenilikler olduğunu örneklerle anlatan Jinekolog Terapist Op. Dr. Gökçen Erdoğan,  “Kişileri ve olayları kınamadan, kendi koşulları içinde değerlendirerek ve elbette anlamaya odaklanarak yaklaşılmalı. Ve size bir şey söyleyeyim mi; işin uzmanı değilseniz bir yere kadar yaklaşılmalı. Bazen ne çekiyorsak yanlış akıl hocalarından çekiyoruz. Dertleşmek paylaşmak ve destek olmakla doktor olmayı karıştırmamak gerek” dedi. 

Jinekolog Terapist Op. Dr. Gökçen Erdoğan, Gizli Kapaklı Şeyler kitabı ile ilgili soruları yanıtladı.

Gizli kapaklı şeyler nelerdir?
Her hayatta, her kişinin yaşamında, herkese anlatılması mümkün olmayan, bazen kendi isteğimizle kendimize sakladığımız, bazen mecbur hissedip içimize attığımız şeyler vardır. Şanslıyım ki anlatmak, paylaşmak için beni seçen insanlar var, ben onların öykülerine, yaşanmışlıklarına dokunmaktan keyif alıyorum. Yaralarını sarıyoruz, derine iniyoruz. İşte Gizli Kapaklı Şeyler, o gerçek öyküler daha fazla kalbe ulaşsın dokunsun diye yazılanlar. Hüzün, mutluluk ve gerçeklik karışımıdır.

Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Herkes kendini yalnız sanıyor. Yalnızca kendi başına geldi, dünyada bir örneği daha yok, acısı büyük ve baş edilmez sanıyor. Oysa tüm acılarla baş edilir, tüm sırlar saklanırken de paylaşılabilir. Çaresizlik boyunu aşacak sanıyor herkes. Aşmadığını görsünler diye var oldu Gizli Kapaklı Şeyler.


Sağlıklı cinsel yaşamın rehberi var mı?
Elbette var. Genel kuralların ve bilinmesi gerekenlerin yanında bir de kişiye özel rehberi var üstelik. Çünkü cinsel yaşamın sağlığı, keyfini de barındırır, bunlar bir bütün. Eşe dosta, konuya komşuya sormakla, bin nasihat işitip bin yol bulmakla yoluna girmez işler. Bilene sormalı, bileni okumalı herkes.

Kitapta anlattıklarınız çok üzücü ancak yaşanmış olaylar, peki bu insanlara nasıl yaklaşılmalı?
Kınamadan, kendi koşulları içinde değerlendirerek ve elbette anlamaya odaklanarak yaklaşılmalı. Ve size bir şey söyleyeyim mi; işin uzmanı değilseniz bir yere kadar yaklaşılmalı. Bazen ne çekiyorsak yanlış akıl hocalarından çekiyoruz. Dertleşmek paylaşmak ve destek olmakla doktor olmayı karıştırmamak gerek.

Cinsellik, gizli kapaklı mı kalmalı yoksa konuşulmalı mı?
Konuşulmalı. Ancak mesele şu ki cinselliği de böbrek üstü bezleri gibi konuşmalıyız, göz muayenemiz gibi, hafta sonu planı gibi. Sürekli gülüşerek konuştuğumuz bir şeyin ciddiyetine ve dahası normalliğine hangi ölçüde inanmış olabiliriz ki? Ama inanmalıyız.


Kitabınızla ilgili nasıl tepkiler aldınız?
İlk günden beri çok iyi tepkiler alıyorum. Herkesin etrafındaki ya da içindeki biri var o kitapta. Gerçek insanlar var, değişik gelen ama bizden olan insanlar. Gerçek ve samimi olan her şeyin olumlu tepkiler alacağından emindim zaten, öyle de oldu. Bir sürü kadın, o kitapta içini açtı. Karşılığını da ilgiyle aldılar.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi?
Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı okunmazsa büyük kayıp olur. Rembetiko da filmini izlerken bir yandan da müziğine vurulacağınız bir kadın hikayesi, kaçmamalı. Müjde Ar'ın hemen bütün filmleri ama özellikle Teyzem. O kadar çoklar ki aklıma gelen birer örnek vereyim istedim.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberlerinde yalınlığa ve umuda önem veriyorum. Çözümü işaret etmeyen bir sağlık haberi, ne kadar şaşırtıcı olursa olsun havada kalıyor. Çünkü ihtiyacımız olan şey, daha iyi olacağımıza inanarak yola çıkmak. Halkın anlayacağı dilde yapılmayan haber ve programları da amacına ulaşmamış sayıyorum.


Türkiye’deki bu alandaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadın hastalıkları, insanlığın daima ilgisini çekmiştir, keza doğum da öyle. İlgimiz yüksek ama bilincimiz düşük diyelim. Fakat her geçen gün daha iyiye gitmesi için çabalıyoruz elbette. Cinsel terapi alanına gelince, sanki iki adım ileri bir adım geri gidiyor gibiyiz. İlerleme her alandakinden zorlu oluyor. Ancak birkaç yıl öncesine göre, hatta bırakın düne göre bile daha iyi durumdayız. Cesaret, istek, bilinç ve çaba aşılıyoruz. Her şey daha güzel olacak, eminim.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Geride kalan 9 sorudaki gibiyim. Mesleğine sevdalı bir doktor, daima yeniyi ve iyiyi arayan bir insan, gelişmekten vazgeçmeyen bir anne ve eşine aşık bir kadın. Eğitimim tıp fakültesi mezuniyetimden sonra da hız kesmeden devam etti, ediyor. Farklı alanlarda yetkinlik sahibi oldum, ticari faaliyetlerimle iş dünyasında var oldum ve belki de en önemlisi çözüm odaklı ve umut dolu bir insan oldum. Gözümü kulağımı dünya ve ülke meselelerine kapatmadım, söyleyecek sözümü içime atmadım. Diva Klinik benim laboratuvarım, orada ekibimle gelişiyorum. Çünkü hayatta hep bir yarın var. Yarın kalmayana dek değişip gelişmeli ve insana faydalı olmalı insan.

Etiketler | Yorum Yok

STRESE SAHİP ÇIKMALI MI?

Stresine Sahip Çık kitabının yazarı Psikolog Serap Duygulu, stresin başımıza gelen olaylardan daha çok bizim o olaylara verdiğimiz tepkilerden oluştuğunu söylüyor. 

Stresin negatif olarak algılandığını ve bunun motivasyon düşüklüğüne yol açtığını söyleyen Psikolog Serap Duygulu, olaylara bakış açısının değiştirilerek stresin yönetilebildiğini savunuyor. Bir insanı depresyona sokan bir olayın diğer bir insan için günlük hayatın olağan bir getirisi olduğunu kaydeden Duygulu, “Bir insan için stres yaratan durum bir başkası için ulaşılması gereken bir hedef olabiliyor” diye konuştu. 

Psikolog Serap Duygulu, Stresine Sahip Çık kitabı ile ilgili soruları yanıtladı.

Stresimize nasıl sahip çıkacağız?
Stresin başımıza gelen olaylardan daha çok bizim o olaylara verdiğimiz tepkilerden oluştuğunu bilerek. Çünkü bu bilinç, durumları ve olayları yeniden değerlendirmemiz anlamına geliyor. Bu durumda stresi var olan bir duygu ya da durum olarak görmekten sıyrılıp, tamamen verdiğimiz fiziksel ve duygusal tepkilerden kaynaklandığını da anlayacağız.

Stres pişmanlık ve keşkelerin birikimi midir?
Tam olarak böyle bir şey söyleyemeyiz ama geçmişte yapmak isteyip yapamadıklarımız, yıllar ilerleyip de yaş, hastalıklar, geç kalmışlık gibi bazı sebeplerle kıstlanmaya başladığımızda üzerimizde gerginliklere yol açabilir ve bu durum sürekli bir stres faktörü olabilir.

Stres iyi midir kötü müdür?
Doğada her şey zıttıyla ve karşılığıyla vardır. Tıpkı gece-gündüz, siyah-beyaz, kadın-erkek, ölüm-yaşam, varlık-yokluk, iyi-kötü gibi. Dolayısıyla stres aynı anda hem iyi, hem de kötü olabilir. Eğer stres durumunu yönetebiliyorsanız stres sırasında salgılanan hormonlar olaylara ve sorunlara odaklanmanızı ve çözümler üretmenizi sağlayabilir, vücudunuzun savunma sistemi yenilenir, bağışıklığınız güçlenir, direnciniz artar. Bu stresin iyi yüzüdür.
Ancak stres kronikleşirse, yani uzun sürer ve siz aşamazsanız o zaman da stresin kötü yüzü ortaya çıkar ve direncinizi yitirirsiniz, savunma sisteminiz çöker. Böylece hastalıklara karşı savunmasız hale gelirsiniz. Bu da bir süre sonra sizi geri dönülemez noktalara getirir.

Evlilikte stres nasıl dengelenir? Eşiniz hatasını kabul etmezse? Bencil davranış sürerse nasıl davranılmalı?
Evlilik başlı başına bir stres faktörü olabilir, eğer doğru insanla başlamamışsa. Bazen doğru insanla da olsa eğer tutumlar doğru değilse, sağlıklı iletişim kurulamamışsa ilişkide stres bir türlü yok edilemez, dengelenemez. Kaldı ki hatasını kabul etmeyen bir eşle de sağlıklı bir evlilik yürütülemez. Kişiler evlenmeden önce aslında birçok aşamayı atlayıp doğrudan evliliğe yöneliyorlar. Oysa sorulacak çok doğru bazı sorular vardır. Niye evlenmek istiyorum, bu kişi gerçekten evlilik için uygun mu, biz birbirimizin tahammül sınırlarını ve hassasiyetlerini biliyor muyuz? Onu iyi anlıyor muyum ya da beni anlayabiliyor mu? 
Bu tip pek çok soru sorabiliriz. Benim hep vurguladığım bir nokta vardır: Evlilik iki kişinin bir kişinin isteklerine ve beklentilerine göre yaşaması değil, iki kişinin bir arada yaşama becerisidir. Ayrıca evliliklerde; “Sevgi, Saygı, Sorumluluk, Sadakat ve Samimiyet”ten oluşan 5 S kuralını unutmamak lazım.

Taraflardan birinin mutsuz olduğu, kendisini baskı altında hissettiği evlilikler sağlıklı evlilikler değildir. Bir ilişki yürümüyorsa yürümüyordur, zorlamanın, bazı gerekçeler öne sürüp devam etmenin anlamı yok, bir an önce bitirip herkes kendi hayatına devam etmelidir. Böylelikle en az düzeyde hırpalanıp, en az düzeyde zarar görürler. 

Süper anne ve eş olan kadın ne yapmalı?
Modern hayatla beraber kadınların iş hayatında daha fazla yer almalarıyla beraber ortaya çıkan en önemli sorunlardan biri bu. Kadınlar aynı zamanda küçülen aile yapısıyla beraber iyice yalnızlaştılar. Eski büyük aileler yerini anne baba ve çocuktan oluşan çekirdek ailelere bırakınca ve kadın aynı zamanda iş hayatına atılınca, doğal olarak tüm sorumluluklar kadının omuzlarına yüklendi ve her şeye tek başına yetişmeye çalıştı. Bir de eşlerinin kadınları kendi anneleriyle ve o annelerin fedakarlıklarıyla kıyaslamasıyla beraber kadınlar müthiş bir yetersizlik duygusuna kapıldılar. Her şeye tek başına yetişmeye çalışan ve bu uğurda kendinden fedakarlık eden kadınlara dönüştüler. Oysa geçmişteki anneler sadece evle ve çocuklarla ilgileniyorlardı. Günümüzde anne baba tutumları da değişti, çocuk merkezli aileler olduk. Her şeyimiz çocukların derslerine, sınavlarına, okullarına göre programlanıyor. Bütün bunların üstüne bir de teknolojinin hızını eklediğimizde her şeyin hızla aktığı bir dünyada hızla yapılması gereken işlerin ağırlığı altında ezilen kadınlar görüyoruz. Oysa asıl şimdi işleri ve sorumlulukları paylaşmak gerek. Bazı işleri ertelemek, oluruna bırakmak, hatta ağırdan almak daha doğru olur. Çünkü unutulmaması gereken şey şu ki, asıl ertelenemez olan “Hayat”tır.


Çalışan anne suçluluğu nasıl aşar?
Çalışan annenin de bir robot olmadığını bilmek lazım. İşten eve geldiğinde hem ev işleri, hem çocuk bakımı, çocukların olan sorunları ve ödevleri sadece annenin meselesi değildir. Babalar da en az anne kadar sorumludurlar ve sorumluluk almak zorundalar. Günümüzde X nesli olarak bilinen kuşağın bir bölümü ile Y nesli olarak bilinen 1980 sonrası doğan kuşağın erkekleri ailede sorumluluğu paylaşma konusunda daha bilinçliler ancak yine de tam anlamıyla kadının üzerinden yükü aldıklarını söylemek mümkün değil. İşlere yetişememek, işleri yapmamak ya da ihmal etmek anlamına gelmiyor. Dolayısıyla iş yükünü dağıtmak, paylaşmak ve gerekirse diğer aile bireylerinden de destek almak çok önemli. Günümüzde sadece kadınların ve annelerin değil, neredeyse çalışan bütün bireylerin işlerini yetiştirmekte zorlandığını bilmek gerekiyor. Bu kişisel bir yetersizlik değil, modern hayatın getirdiği hızdan kaynaklanan bir sorunlar bütünü. Bu hız o kadar korkutucu bir hal aldı ki, bunun farkına varan bazı ülkeler de ‘Yavaş Şehirler’ oluşturuldu. Hayatı daha sakinleştirmeye ve teknolojinin hızına kapılıp gitmeye engel olmak amaçlı bir projedir bu. Bizim de kişisel olarak yapmamız gereken budur: İşleri böl, dağıt ve kendine de zaman ayır. Çünkü kendisi için enerji üretemeyen insanın başkasına ayıracak enerjisi de kalmaz.

Strese karşı zamanı nasıl yönetiriz?
Klasik bir cevap olacak belki ama zamanı iyi ve doğru kullanarak ve programlayarak. Gün içinde o kadar gereksiz işler için o kadar fazla zaman harcıyoruz ki inanılmaz. Oysa malum çağımız hız çağı. Modern hayatın en büyük dayatması buysa, o zaman gereksiz zaman kayıplarına karşı o kaçakları durdurmak gerek. Örneğin hepimizin bildiği gibi büyük şehirlerin trafik sorunu var. Bunu bile bile gideceğimiz yere ulaşmak için 15 dakika daha erken çıkmak varken, bir türlü toparlanamayıp son anda yola çıkarsak ve trafikte takılıp kalırsak bu gecikmenin sorumlusu trafik değildir. Kendimizi kandırmayalım. Dolayısıyla zamanı yönetmek için önce kendimizi ve sorumluluklarımızı yönetmeyi bilmek gerekir.

Stresi nasıl yönetebiliriz?
Öncelikle, stresin bizim bakış açımızla, tutumlarımızla ve olayları algılayış biçimimizle ilgili olduğunu bilmek gerek. Bir insanı depresyona sokan bir olay diğer bir insan için günlük hayatın olağan bir getirisi oluyor. Bir insan için stres yaratan durum bir başkası için ulaşılması gereken bir hedef olabiliyor. O zaman bu kadar kişiye göre değişen bir durumdan bahsediyorsak kişinin kendi içinde değişimi strese bakışı ve verilen tepkileri de değiştirecek demektir. Bizim toplumumuz genellikle olumsuz motivasyon odaklı bir toplum. Mağdur olmayı seviyoruz bir anlamda. Çünkü mağdur olduğumuzda ilgi görüyor, destek buluyoruz. Bu kazanımdan dolayı da sürekli bir melankoli ve mutsuzluk hali genel tutumumuz olmuş durumda. 
Demek ki öncelikle biz stresten kazançlı mıyız ve aslında “stresimizi yenmek ya da yönetmek istiyor muyuz” sorusunu yanıtlamak gerekiyor.

Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?
Yıllardır bize bir öcü gibi sunulan stresin aslında olaylara bakış ve tutumlar bütünü olduğunu anlatmak ve eğer doğru kullanıp yönetebilirsek bu stres denen duygu ya da durum sırasında salgılanan hormonların ne büyük bir güç olduğunu, hatta bizim yaşamsal enerjimiz olduğunu aktarmak amacıyla yazdım. Mesela hamileliği sırasında ortalama düzeyde stres yaşayan annelerin bebeklerinin diğer bebeklere göre daha dirençli ve bağışıklık sistemi güçlü bebekler olduğu anlaşılmış. Bu da gösteriyor ki tek başına stres kötü değil, strese yüklediğimiz anlamlar kötü. Yani dozu ve düzeyi önemli. Örneğin bugün haşhaş bitkisinden elde edilen Afyon uyuşturucuların hammaddesi. Ama aynı Afyon ilaç sanayinin ve tıbbın da vazgeçilmezi. Şimdi tek başına Afyon için kötüdür ya da iyidir diyebilir miyiz? Stres de böyledir. İyi veya kötü olması sizin onu nasıl algıladığınızla doğru orantılıdır. Bu bilgileri paylaşmak kitabımı yazmaktaki en büyük etken oldu.


Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Ben kitabımı yazarken büyük heyecanla ve mutlulukla yazdım. Umarım okuyucular da aynı duyguları yaşarlar. Çünkü bilinen ve savunulan genel görüş, ‘Stres kötüdür’ söylemine tam ters bir görüşle yazdım ve günlük hayat içinde karşılaşılan sorunlara örneklerle çözüm önerileri sunmaya çalıştım. Klasik önermelerden farklı bir yol ve yöntem izlemeye özen gösterdim. Ve inanıyorum ki okuyucular, kitabımdaki önerileri uyguladıklarında çok olumlu sonuçlar alacaklar. 

Tekrar vurgulamak isterim ki Stres tek başına bir durum değildir, yaratılan ve oluşturulan bir durumdur. Sizi nasıl etkileyeceği ise siz onu nasıl algılarsanız öyledir.

Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, müzik ve film sizce hangisi? 
Benim tüm danışanlarıma da önerdiğim birkaç kitap var:
 İlki; Hatalı Alanlarınız, yazarı Dr. Wayne Dyer. 
İkincisi de İyi Hissetmek kitabı, yazarı; David Burns
Müzik kişiye ve zevklere göre değişir. İyi hissettiren her tür müziği tavsiye ederim.
Film olarak Schindler’in Listesi, Rain Man, İnception, Matrix önerebileceğim filmler.

Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz?
Sağlık haberciliği sağlık ve insanı buluşturan en önemli alanlardan birisi. Bu alanda da bu konuda deneyimli, yeterli ve alandan gelen insanların olması çok önemli. Sağlıkla ilgili en ufak bir bilgisi ya da eğitimi olmayan insanların olur olmaz konuları yazması, haber adı altında paylaşması inanılmaz büyük tehlikelere yol açabiliyor. Günümüzde bütün bilgiler bir tık ötemizdeyken, her tür doğru ya da yanlış bilgiye saniyelerle ulaşabiliyorken, sağlık haberciliğinin önemi daha artmış durumda. Ben kendi adıma bir sağlık haberini okurken öncelikle haberi hazırlayanın kimliğini ve bu konudaki eğitimini dikkate alıyorum. Tüm danışanlarıma ve okuyuculara da bunu öneriyorum. 

Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir?
İletişim bizim diğer insanlarla olan ilişkimizi belirleyen en önemli araç. Bu aracı kullanırken kendimizi doğru ifade edebilmek ve doğru algılamak da ayrıca çok önem taşıyor. Sağlıklı iletişim ise sağlıklı düşünen ve algılayan, iletişime açık insanlar arasında kurulur. Sağlıklı iletişimin bana göre olmazsa olmazı, Empati’dir. Yani karşınızdaki insanın duygularına ve düşüncelerine duyarlı olmak, onun penceresinden de durumu değerlendirmeye çalışmak. Çünkü maalesef günümüz insanı olarak ‘önce ben’ demeye başladık. ‘Başkaları’nın da olduğunu unuttuk. 

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimden bahsetmeyi çok sevmiyorum. Kişiyi anlatan yaptıklarıdır görüşüne inanırım. Kısaca çok okur, yazar, tarihi ve edebiyatı sever diyebilirim. Hürriyet Aile ve Anne Bebek dergisinde köşe yazarıyım. Psikolog ve Sosyolog olarak bireysel ve kurumsal danışmanlık yapıyorum. Eğitimler ve seminerler veriyorum. Psikoloji ve Sosyoloji dışında ayrıca Türk Dili Edebiyatı ve Kamu Yönetimi eğitimi aldım. Şimdi ikinci kitabımı yazıyorum.

Etiketler , , | Yorum Yok