Haberlerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ŞEHİR HASTANELERİNİN GELECEĞİ KONUŞULACAK

Uluslararası hastane yöneticileri, hukuk danışmanları, iletişim uzmanları ve hekimler 2. Annual Turkey Hospital Expansion Summit’te bir araya gelecek. Geleceğin konuşulacağı ve vizyon kazandıracak seçkin bir toplantı olduğunu kaydeden Dr. Hasan Kuş, vizyon kazandıracak oturumlar olduğunu söyledi. 

Hastane kampüsleri nasıl yönetilecek, nasıl bir yönetim modeli oluşturulacak? Hastane yönetiminde dijitalin etkisi, medya yönetiminin etkisi gibi konu başlıkları Turkey Hospital Expansion Summit’te ele alınacak. 22-23 Ekim tarihinde Ankara Crown Plaza Hotel’de gerçekleştirilecek toplantının başkanlığını Dr. Hasan Kuş yapacak. Toplantının önemine değinen Kuş, soruları yanıtladı.
 
Annual Turkey Hospital Expansion Summit nedir?
Son 10 yıl Türkiye’de sağlık hizmetleri açısından oldukça hareketli geçti. Esas olarak var olan hastane yataklarının yenilenmesi, bir miktar da yeni yatak yaratılmasını hedefleyen Şehir Hastaneleri ise adım adım hayata geçiyor. Hastane bina stoğunun yenilenmesinin dışında, tıbbi cihaz, ekipman ve diğer ürünlerle hizmetler açısından sektörün müthiş bir hareketlilik yaşayacağı net olarak görülüyor.  

Geçen yıl ilki yapılan zirvenin ikincisinde bu yıl, PPP projeleriyle ilgili bürokratlar, inşaat firmaları, yönetim şirketleri, hastane sahipleri ve hekimlerin katılımı bekleniyor. Danışmanlar, mimarlar, tıbbi ekipman ve hizmet sunan firmaların da katkılarıyla tarafların süreçle ilgili öngörüleri, ihtiyaçları, çözüm getirilmesi beklenen başlıklar, bugüne dek gündeme gelmeyen konular ya da sona yaklaştıkça önem kazananlar tartışılacak.

Bu toplantı neden düzenlenmektedir?
Sağlık sektörünün yüzünü değiştirecek, dengeleri yeniden oluşturacak bir yapı oluşuyor. Şehir hastanelerinde ölçeğin büyüklüğü de çarpıcı. Listede en yukarıda yer alan Ankara’daki Etlik ve Bilkent hastanelerinin her biri 3 bin 500’ün üzerinde yatak sayısına sahip. Bu şu demek; dünyanın en büyük yatak sayısına sahip hastane kampüsleri oluşuyor.
Bu projelerin hem hayata geçirilmesi aşamasıyla ilgili, hem de hastanelerin operasyonuyla ilgili çok sayıda kritik başlığın tartışılması gerekiyor. Bir örnek olarak; bu hastane kampüsleri nasıl yönetilecek, nasıl bir yönetim modeli oluşturulacak? Tüm bu konu başlıkları için Turkey Hospital Expansion Summit’in bir platform olarak fonksiyon görmesi hedeflendi ve geçen yıl bu hedefe doğru güzel bir ilk adım oldu. Süreç bir taraftan mesafe aldığı için, bu yıl daha olgun tartışmalar bekliyorum, ayrıca tarafların birbirinin sesini duyması da sağlanmış olacak. Tüm paydaşların bir arada olacağı bir ortamın yılda bir kez de olsa sunulması önemli bir fırsat.

 

Hangi konular ele alınacak?
Program gün geçtikçe netleşiyor. Ana konular arasında; Sağlık Bakanlığımızın PPP projeleri hakkında güncel durum ve önümüzdeki dönem vizyonu hakkında bizleri bilgilendirmesiyle başlayacağız. Projelerle ilgili vaka tartışmaları; yatırımcıların üst düzey değerlendirmeleri; projelerin hayata geçmesini takiben başlayacak olan operasyon süreci; projelerin finansmanı konusundaki durum; klinik laboratuvarların projelerdeki pozisyonu; operasyon dönemi için kalite standartları ve maliyet yönetimi, insan kaynaklarının yönetimi ve gelişimi, yerel ve uluslararası yatırımcılar için riskler ve fırsatlar; sağlık iletişimi ve mobil sağlık konuları programda yer alıyor.  

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kendimi sağlık yöneticisi olarak tanımlayabilirim sanırım.
Tıp doktoruyum, genel cerrahi uzmanlık eğitimi aldım. Uzun yıllar cerrah ve yönetici olarak çalıştıktan sonra 1998’de İngiltere’ye gidip Leeds Üniversitesi’nde Hastane Yönetimi yüksek lisansı yaptım.
Amerikan Hastanesi’nde 2001 yılındaki bir proje ile özel sektöre geçtikten sonra, 2002 – 2007 arasında Acıbadem Sağlık Grubu'nda Kozyatağı Hastanesi Direktörlüğü ve Grup Tıbbi Direktör Yardımcılığı görevlerini yerine getirdim. 2007-2013 arasında çalıştığım Anadolu Grubu’nda, Johns Hopkins Medicine ile afiliye olan Anadolu Sağlık Merkezi Genel Müdürü (2007-2011), sonrasında Anadolu Grubu Sağlık Sektörü İş Geliştirme Başkanı ve Anadolu Sağlık Merkezi Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptım (2011-2013). 2013-2015 arasında ise Acıbadem Üniversitesi’nde Genel Sekter ve Acıbadem Sağlık Grubu’nda İcra Kurulu üyesi olarak çalıştım.
Halen, kurucusu ve ortağı olduğum ValueHealth’te sağlık sektörüne yatırım yapmayı hedefleyen yatırımcılara ve halen sektörde faaliyet gösteren kurumlara sağlık sektöründeki kapsamlı tecrübemizi sunuyoruz.
Sivil toplum kuruluşlarında da aktif olarak görev yapıyorum. DEİK Sağlık Turizmi İş Konseyi başkan vekili, Türkiye Kalite Derneği (KalDer) yönetim kurulu başkan yardımcısı, Sağlıkta Kalite İyileştirme Derneği (SKİD)'in kurucu yönetim kurulu başkanı ve Akredite Hastaneler Derneği yönetim kurulu üyesiyim. 2009-2013 arasında OECD üyesi ülkelerin iş dünyasını temsil eden ve merkezi Paris’te bulunan BIAC'ın (Business and Industry Advisory Committee) Sağlık Politikaları Çalışma Grubu'nda Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. 2007-2012 tarihleri arasında ise Joint Commission International (JCI) için ABD dışından ilk tetkikçilerden biri olarak uluslararası hastane tetkiki yaptım, halen JCI Avrupa Danışma Konseyi üyesiyim.
 
 

Etiketler , , | Yorum Yok

TKD “KALBİNİ DİNLE SEN” DİYOR

Türkiye’de ölümlerin yüzde 40’ının sebebi olan kardiyovasküler hastalıkların büyük bir kısmının kontrol altına alınabileceğine dair farkındalık oluşturmak için Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), bir site kurarak sağlıklı beslenmeden, egzersize  kadar farklı konular hakkında verecek. 
 
Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Dünya Kalp Federasyonu (WHF) öncülüğünde kutlanan 29 Eylül Dünya Kalp Günü kapsamında kalp ve damar hastalıklarına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen basın toplantısı düzenlendi. TKD Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, TKD Genel Sekreteri Prof. Dr. Adnan Abacı, TKD Yönetim Kurulu Üyeleri ve TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ve Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kronik Hastalıklar, Yaşlı Sağlığı ve Özürlüler Daire Başkanı Dr. Banu Ekinci'nin katılımıyla gerçekleşen toplantıda kalp sağlığıyla ilgili güncel bilgiler paylaşıldı.

Dünya genelinde her yıl 17,3 milyon kişi kalp ve damar hastalıkları sebebiyle yaşamını yitirdiğini belirten TKD Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, “Bu sayının 2030 yılında 23 milyona yükselmesi bekleniyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ise Türkiye’de kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin 2013’te yüzde 39,6’dan, 2014 yılında yüzde 40,4’e yükseldiğini ortaya koyuyor. Durumun ciddiyetiyle harekete geçen Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü, 2025 yılına kadar tüm dünyada kalp hastalıklarından erken ölümlerin yüzde 25 oranında azaltılması hedefini ortaya koymuş. Bu yaklaşım, TKD’nin aktif katılımıyla hazırlanıp geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nca yayınlanan “Türkiye Kalp ve Damar Hastalıkları Önleme ve Kontrol Programı 2015-2020 Eylem Planı”nın da temelini oluşturuyor. Eylem Planı’na göre, büyük ölçüde insanların sağlıksız yaşam tarzı seçimlerinden kaynaklanan kalp ve damar hastalıklarını önleyebilmek için bilinçlendirme çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor” dedi.



Bu çerçevede TKD olarak her yıl 29 Eylül Dünya Kalp Günü’nde yoğunlaşan ve tüm yıla yayılan bilinçlendirme aktiviteleri yürüttüklerine dikkat çeken Tokgözoğlu, bu yıl planladıkları aktiviteler hakkında bilgi verdi. Dünya Kalp Federasyonunun her yıl belirlediği temalar çerçevesinde bütün ülke Derneklerinin aktiviteler düzenlediğini kaydeden Tokgözoğlu, “Bu yıl ana sloganımızı ‘Sağlıklı kalp seçenekleri; herkes için, her yerde!’ olarak belirledik. Bu ana mesajın altında şu konulara dikkat çekiyoruz:

Kalbin için sigarayı bırak: Sigarayı bırakmak ve sigara dumanlı ortamlardan (pasif içicilikten) uzaklaşmak, kalp hastalığı ve inme riskini azaltıyor.

Kalbin için dengeli beslen: Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, dünyada önde gelen 10 ölüm nedeninden 4’ü ile doğrudan bağlantılı. Meyve ve sebzeler açısından zengin olan kalp sağlığı dostu bir beslenme şekli, kalp hastalığı ve inmeden korunmaya yardımcı oluyor.

Kalbin için tuzu azalt: Türkiye sağlıklı tuz tüketim sınırının 3 katını her gün yalnızca ekmekten alıyor. Bu tüketim düzeyi başta kan basıncı olmak üzere sağlık üzerinde bir dizi olumsuz gelişmeye yol açıyor.


Kalbin için içkiyi ve şekerli, işlenmiş içecekleri azalt: Alkollü ya da alkolsüz, şekerli şişelenmiş, işlenmiş içecekler fazla kalori, fazla şeker içerir; bunlar kalp ve damar sağlığına düşmandır.

Kalbin için belini incelt: Bu sonuç sağlıklı ve dengeli beslenme ile düzenli egzersizin bileşkesidir.

Kalbin için stresten kurtul: Stresin tütün ve içki tüketimi, aşırı yeme gibi doğrudan risk faktörleriyle bağlantısı kesindir, kalp damar hastalıklarını da arttırdığını düşündüren çalışmalar vardır.

Sağlıklı kalp için oyun oyna, spor yap, dans et: Haftada beş kez 30 dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme riskini azaltıyor. Kaslarınızı ve eklemlerinizi her gün yeterince hareket ettirin. Çocuklarınızın televizyon, bilgisayar ya da telefon başında geçirdikleri süreyi sınırlayın; onları fiziksel oyunlara ve spora yönlendirin”  diye konuştu.
 
Tokgözoğlu, ‘Durma, Hareket Et, Kalbin İçin Pedalla’ aktivitesi ile de Türkiye genelinde oluşmasına öncülük ettikleri bisiklet grubu ile hareketi ve sporu bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalıştıklarını dile getirdi.
 
 
Kalbini Dinle Sen!
TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ise şunları söyledi: “İskender Paydaş’ın aranjörlüğünde, İsra Gülümser’in sözleri ve şarkıcı Murat Dalkılıç’ın sesiyle hayat bulan “Kalbini Dinle Sen” isimli şarkı hazırlandı. Şarkıyla beraber aynı anda yayına giren ve kalp sağlığı hakkında önemli bilgiler içeren www.kalbinidinlesen.com isimli web sitesi ise herkesin kolaylıkla bilgiye erişebileceği bir sağlık portalı niteliği olma özelliği taşıyor.”
 

Etiketler , , | Yorum Yok

KANSER HÜCRELERİNİ YERÇEKİMSİZ ORTAMDA “UÇURUP” BİRBİRİNDEN AYIRMAYI BAŞARDILAR


Başarılı çalışmalarıyla adlarından sıkça söz ettiren Stanford Üniversite’sindeki Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş, kanser hücrelerini yerçekimsiz bir ortam yaratarak “uçurup” birbirinden ayırmayı başardı.

Stanford Üniversitesi’nce biyomühendis ve genetikçilerden oluşan bir ekip, mıknatıslar arasında tek bir canlı hücreyi yerçekimsiz ortamda “uçurabilen” ve yoğunluğunu çok hassas bir şekilde ölçebilen bir cihaz geliştirdi. Bu ölçümler, basit bir kan testiyle kanserli hücreleri ayırt etmek ve hücrelerin kanser ilaçlarına hassasiyetini tarayan çok hızlı teknikler kullanmak için kullanılıyor.  Stanford Üniversite’sindeki Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş, Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan çalışmalarıyla bilim dünyasında geniş yankı uyandırdı. Dünya’nın en iyi bilim dergilerinden Science ve New Scientist de bu çalışmayı kendi sitelerinden duyurdu.

Manyetizma 1- Yer Çekimi 0
Daha önce bilim insanlarının kurbağa gibi canlıları havaya kaldırmak için çalıştığını duymuştuk. Hatta bu uçan kurbağa deneyi kendi yazarına bir Ig Nobel Ödülü kazandırmıştı:  
İşte bu manyetik prensibi kullanarak yeni bir buluşa imza atıldı. 
 
 
 
Hücreleri yerçekimsiz bir ortam yaratarak “uçurup” birbirinden ayırmayı başaran
Stanford Üniversitesi'nden Türk bilim insanları Dr. Utkan Demirci ve Dr. Gözde Durmuş buluşlarını anlattı.

Meme Kanseri Hücreleri Diğer Kanser Türlerine Göre Daha Hafif
Doku mühendisliği için mıknatıslar kullanarak küçük doku parçalarını işlemek ve birleştirmek için yeni yollar aradıklarını ve sonucun başarılı olduğunu söyleyen Dr. Durmuş, bu buluşun geniş uygulamalarını şöyle anlatıyor: “Geliştirdiğimiz bu aletle her hücrenin kendine has bir manyetik özelliği olduğunu gösterdik. Kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, kanser hücresi, bakteri hücresi; hepsinin kendine özgü bir manyetik hassasiyeti var. Ayrıca, kanser hücreleri de kendi aralarında çok farklı özellikler gösteriyorlar. Örneğin, bu çalışmamızla meme kanseri hücrelerinin diğer kanser türlerine göre daha hafif ve daha az manyetik hassasiyeti olduğunu gösterdik. Ayrıca, değişik kolon kanseri hücrelerinde ilginç noktalar gözlemledik. Örneğin, kökenleri farklı olan kolon kanseri hücreleri (adenocarcinoma ve carcinoma), geliştirdiğimiz alette farklı yoğunluk ve manyetik hassasiyet gösterdi. Bu çalışmamızda diğer bir teknolojik atılım ise geliştirdiğimiz alet sayesinde ilaçların hücreler üzerindeki etkisini çok hızlı bir şekilde tarayabiliyoruz. Bu teknik ilaç tarama çalışmalarını da hızlandırabilir”


 
 
Kanserin Erken Teşhisi için Ucuz, Hızlı, Taşınabilir ve Cep Telefonuyla Uyumlu Test Geliyor
Dr. Gözde Durmuş, bu teknolojinin tıptaki uygulamalarını söyle anlattı: “Kandaki kanser hücrelerinin tespitinde ve diğer sağlıklı hücrelerin ayrıştırılmasında kullanılıyor. Örneğin, bu aleti kullanarak basit bir kan testiyle milyarlarca kan hücresi arasından çok nadir görülen kanserli hücreleri çok hızlı bir şekilde yani 20 dakikadan az bir sürede tespit edebiliyoruz. Aynı zamanda ayrıştırılan bu hücrelerin farklı ilaçlara karşı nasıl davrandıklarını da bu “sıvı biyopsi” teknolojisi sayesinde hızlıca tespit etmemiz mümkün oluyor. “Sıvı biyopsi” sıklıkla yapılabilir, gerektikçe tekrarlanabilen daha hızlı ve ağrısız bir yöntem. Böylelikle, hastaların ve hastalığının seyrinin sürekli takibini kolaylaştırıp; doğru ilaçla tedavi edilme şansını artıracağını düşünüyoruz. Geliştirdiğimiz bu teknolojinin, özellikle kanser tedavisinde hızla önem kazanan “kişiye özel tedavi (personalized medicine)” uygulamalarını daha da ileriye taşıyacak. Buluşumuzun diğer büyük bir avantajı da ucuz, kullanımı kolay ve taşınabilir olması. Böylelikle ister hastanedeki klinik laboratuvarlarda ister hastanın evinde kolayca kullanılabilen testler geliştirebiliyoruz.“

Bu tekniğin aynı zamanda daha güvenilir teşhis testlerine imkan vereceğinin altını çizen Dr. Demirci, şunları ekledi: “Kanser hücreleri çok çeşitli ve heterojen. Günümüzde tıp dünyasında kanser hücrelerini kandan ayırmaya çalışan tüm teknikler, bu hücreleri antikorla yakalamaya ve ayırmaya çalışıyor.  Fakat hücrelerin hepsinde aynı antikorlar bulunmayabilir. Bu sebeple kanser hücrelerinin kandan teşhisi ve ayrıştırılması zor bir konu.  Geliştirdiğimiz bu yeni teknik sayesinde antikorlara bağlı kalmadan da kanser hücrelerini kandan çok hızlı bir şekilde tespit edip ayırabileceğimizi gösterdik.  Cihazı hızlı ve taşınabilir tanı testi olarak cep telefonu kameraları ile birleştiriyoruz, bu sayede kanserin yanı sıra Akdeniz anemisi gibi hastalıkların da hızlı teşhisi ve hastalığın sürekli takibi üzerine yoğunlaşıyoruz.”
 

Etiketler , , | Yorum Yok

18 PİLOT İLDE DAHA NARKOTİMLER GÖREVE BAŞLAYACAK

Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) kapsamında 18 pilot ilde daha narkotimlerin göreve başlayacağı bildirildi.

Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı (UMAEP) Yıllık değerlendirme toplantısı, Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu Başkanı Necdet Ünüvar'ın başkanlığında gerçekleştirildi. Ünüvar, Türkiye Halk Sağlığı Kurumunda düzenlenen toplantı öncesi gazetecilere UMAEP kapsamında yapılan ve devam eden faaliyetlere ilişkin bilgi verdi. 

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu toplantı salonunda yapılan toplantıda konuşan Ünüvar, uyuşturucunun sadece Türkiye’ de değil, dünya içinde büyük bir sorun olduğunu belirterek, “Türkiye nüfusu genç bir ülke, nüfusun yarısı 30 yaşın altında. Türkiye’de bu rakamlar Batıya kıyasla düşük olmasına rağmen bir takım tedbirlerin olması gerekiyordu” diye konuştu.

Ünüvar, Türkiye'deki uyuşturucu kullanım rakamlarının düşük olmasına karşın acil eylem planına neden ihtiyaç duyulduğuna ilişkin, "Türkiye iki açıdan risk altında birincisi Birleşmiş Milletler Suç Ofisinin resmi verilerine göre, yasa dışı afyon üretiminin yüzde 92.6'sı Afganistan'da üretiliyor ve bu afyonun önemli geçiş güzergahlarından birisi Türkiye. İkincisi de Türkiye genç bir ülke, nüfusunun yarısı 30 yaşın altında. Hem genç bir nüfus hem de geçiş güzergahında olması sebebiyle Türkiye'de bu rakamlar Batı'ya göre oldukça düşük olmasına rağmen birtakım tedbirlerin alınması gerekiyordu" diye konuştu.
 
 

Uyuşturucuyla mücadele acil eylem planı öncesindeki çalışmalar hakkında bilgi veren Ünüvar, 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası'nın yapıldığını anımsattı. Eylem planı kapsamında yapılan mevzuat düzenlemeler konusunda kısa, orta ve uzun vadeli hedefler alındığına dikkati çeken Ünüvar, "Kısa vadeli hedef 2014'ün sonuna kadar, orta vadeli hedef 2015-2018 sonuna kadar, uzun vadeli hedef ise 2018-2023 arasını kapsıyor. Uzun vadeli hedef, 2023'e Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaştığımız vakit uyuşturucu meselesinin marjinal, yani toplum tarafından konuşulmaya değer atfedilemeyecek bir problem zikredilecek bir boyuta getirilmesidir" şeklinde konuştu.

Sınır kapılarında uyuşturucu mücadelesi, Eylem planı kapsamında arz ile mücadele faaliyetlerinde önemli mesafeler alındığını, İçişleri Bakanlığının çeşitli birimleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı başta olmak üzere Adalet Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığının gümrük ve sınır kapılarında önemli mücadele içerisinde olduklarını belirten Ünüvar, "2006'dan bu yana sınır kapılarımızda yakalanan uyuşturucu miktarı bütün Avrupa Birliği ülkelerinin toplamından daha fazla. Hatta son 2 yılda Avrupa Birliği ülkelerinin toplamından 2 kat daha fazla diye biliyorum. Dolayısıyla sınır kapılarında uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgili çok ciddi faaliyetlerde bulunuluyor” diye konuştu.
 

18 İle Daha Narkotim Geliyor
18 ile daha narkotim geliyor Sokaklardaki uyuşturucu maddelerin dolaşımıyla ilgili eleştiri aldıklarını anlatan Ünüvar, bu eleştiriyi gidermek adına İçişleri Bakanlığı tarafından narkotim projesinin hayata geçirildiğini söyledi.

Narkotimin, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, Antalya, Konya, Diyarbakır, Samsun ve Erzurum olmak üzere 11 pilot ilde, 11 Aralık 2014'te hayata geçirildiğini hatırlatan Ünüvar, şöyle konuştu: "Özel bir eğitim aldılar. Bunlar boyu posu, iletişim yeteneği yüksek polis memurlarından oluşuyor. Zamanla psikolog, sosyolog gibi sosyal alanda yetişmiş arkadaşlarımız da narkotimlere geçecek. Bunu özellikle Sayın Başbakanımız talimatlandırdı ve konuyla ilgili İçişleri Bakanlığımız çalışıyor. Bunun çok başarılı olduğunu çok net olarak ifade edebiliriz."

Ünüvar, narkotimlerin 11 ilde yüksek başarı gösterdiklerini ifade ederek, "İkinci periyotta Gaziantep, Kocaeli, Aydın, Balıkesir, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Hatay, Kayseri, Malatya, Manisa, Osmaniye, Sakarya, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon, Van, Yozgat olmak üzere 18 ilde yakında ikinci etap narkotim faaliyetleri başlayacak" dedi. Narkotimlerin sahada "ciddi" ölçüde caydırıcı rol üstlendiğini kaydeden Ünüvar, "11 Aralık 2014'ten 24 Haziran 2015'e kadar olan rakamlarda gramaj olarak geçmişteki gramından daha az bir yakalama var ama delil anlamındaki adet olarak yüzde bin 234'lük bir artış var. Dolaşımlarda ilgili etkin ve aktif rol aldığını söyleyebilirim. Sokağa nüfuz etmiş durumda" şeklinde konuştu.

Sağlık Bakanlığı ve Yeşilay’ın talep ile mücadelede faaliyetlerini anımsatan Ünüvar, 10 adet yeni ANATEM ve ÇEMATEM kurulması için özel izin alındığını söyledi.

Bu yıl sonuna kadar planlanan ve yürütülen faaliyetleri aktaran Ünüvar, “Uyuşturucu ile mücadele eylem planı aktif bir şekilde uygulanması ve takibi yapılacak. Yüksek kurul yine toplanacak. 2015 yılında uyuşturucu ile mücadele de 2’nci şurasını yapacağız. Uyuşturucu ile ilgili mevzuat biraz dağınık. Bunları bütüncül bir şekilde ele alıp tarama çalışmasını hayata geçireceğiz. Hayata geçirilecek ve 2014 -2018 dönemi uyuşturucu ile mücadele eylem planı devam edecek, bu 3 yıllık olacak her yıl güncellenecek” diye konuştu.

Alo 191
191 Uyuşturucuyla Mücadele Danışma ve Destek Hattı Sağlık Bakanlığı tarafından "191 çağrı numaralı Uyuşturucuyla Mücadele Danışma ve Destek Hattı"nın kurulma çalışmalarının tamamlandığını da bildiren Ünüvar, şunları kaydetti: "1 Temmuz'da Uyuşturucuyla Mücadele Danışma ve Destek Hattı faaliyete geçecek ama insanların sadece bunu danışma amaçlı aramayacağını, adeta uyuşturucu madde kullanıcısı veya riski olan bireylerle, bu konuda yardımcı olacak kurumlar arasında bir köprü ve çözüm merkezi olacağını söyleyebilirim. Bu basit bir telefon hattının ötesinde diğer iletişim enstrümanlarının da aktif olarak kullanılacağı önemli bir proje. Temmuz ayı içerisinde başladığı zaman uyuşturucuyla mücadelede yepyeni bir boyut kazanmış olacak."

Çağrı hattında görev alacakların özel eğitim almış kişilerden oluşacağını ifade eden Ünüvar, "Bunlar sağlık ağırlıklı arkadaşlardan oluşacak, zaman içinde kapsamı genişletilecek. Şu anda yüzde 50'si sosyolog ve psikologdan oluşuyor" ifadesini kullandı.  Hattı uyuşturucu kullanıcısı bireyler ve yakınlarının değişik sebeplerle arayabileceğini anlatan Ünüvar, "Sağlık hizmetleri almak veyahut uyuşturucu bağımlılığından kurtulmuş ama iş arayan, sıcak bir yuva arayan, toplumda kendine yer edinme derdine düşmüş madde bağımlısı bireyler de arayabilecektir. Birtakım kriminal amaçlı aramalar da olabilecektir onlar ilgili birimlere yönlendirilecektir. 191 danışma hattı bir köprü konumunda, hizmet isteyen ve hizmeti veren kurum arasında bir çözüm merkezi olacaktır" diye konuştu.

Etiketler , | Yorum Yok

EMZİREN ANNELERİN BESLENMESİ ÖNEMLİ

İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişiminin ideal hale geldiğini söyleyen Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner,  “ Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur” dedi.
 
Sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha etkili olan “İlk 1000 gün” hakkında son bilimsel araştırmaların anlatıldığı Nutricia Anne Bebek Beslenmesi,  bilinçlendirme çalışmalarına devam ediyor. Emziren anneler için özel olarak geliştirdiği Lactamil Sütlü İçecek’i tanıttı.  Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner,  ilk 1000 günde hamilelikten sonra en önemli dönem olan emzirme döneminde, anne beslenmesinin bebeğin ideal gelişimi üzerindeki önemli etkileri konusunda bilgiler verdi.

Ayrıca toplantıda Diyetisyen ve Beslenme Uzmanı Zeynep Köse, anne sütünün ve bebeğin gelişiminin anne beslenmesiyle nasıl değişiklik gösterebileceğine dair bilgi paylaşımında bulundu.

İlk 6 Ayda Sadece Anne Sütü
Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Medikal Pazarlama Direktörü Dr. Yalım Üner, toplantıda yaptığı konuşmada şu bilgileri verdi: “Araştırmalar gösteriyor ki bebekler, büyüme süreçlerindeki en hızlı gelişimi ilk 1000 günde yani annenin hamileliğinin başlamasından, çocuğun 2 yaşını doldurmasına kadar geçen süreçte gösteriyorlar. Ve yine araştırmalar gösteriyor ki, 1000 gündeki beslenme alışkanlıkları, sağlıklı bir ömür sürdürülmesinde genetik faktörlerden daha önemli olabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF doğumdan sonraki ilk 6 ayda bebeklerin sadece anne sütü ile beslenmesini önerir. İlk 6 ayda anne sütü ile beslenip 2 yaşına kadar emzirmeye devam etmek, tamamlayıcı besinlere belli prensiplere göre geçmek, sağlıklı büyüme ve gelişmeyi sağladığı gibi, gelecekte oluşabilecek birçok sağlık sorununun da önlenmesini sağlar.”
 

Anne Sütündeki Vitamin ve Mineraller Bebek İçin Önemli
Emzirme döneminde, vitamin ve minerallerin anne sütünden bebeğe geçtiğini ve bebeğin gelişiminde önemli rol oynadığını söyleyen Üner,  bu sebeple annenin yeterli ve çeşitli beslenmesinin gerektiğini kaydetti.  Üner,  emziren annelerin beslenmesi ile ilgili şunları söyledi:  “Annenin, emzirme boyunca enerji, vitamin, mineral ve protein yönünden zengin besinlerin tüketimini artırması ve bol sıvı alması anne sütüne olumlu etki eder.  İyi beslenen annenin sütüyle bebeğinin gelişimi ideal hale gelir.  Anne yeterli protein, yağ, karbonhidrat ve çoğu vitamin ve minerali dengeli alabiliyorsa iyi bir emzirme sağlayabiliyordur. Anne sütündeki A vitamini, B1, B2, B12, C, D, iyot ve omega 3 değerleri doğrudan annenin beslenmesindeki alım ile ilişkilidir. Doğumdan sonra çocukta fiziksel gelişim, zekâ gelişimi, bağışıklık gelişimi ve sindirim sistemi olgunlaşması mucizeleri gerçekleşir. Anne sütünün kısa dönem faydalarına bakıldığında gastrointestinal ve solunum enfeksiyonları ve alerjiye karşı koruma sağladığını, uzun dönem faydalarına bakıldığında ise anne sütü ile beslenen bebeklerin düşük obezite, diyabet insidansı, kolesterol ve kan basıncına sahip olduklarını ve zekâ testlerinde daha iyi skorlara ulaştıkları gözlemleniyor. Yapılan araştırmalara göre bir yaşına kadar anne sütüyle beslenen bebeklerin bağışıklığı yüzde 40 ve zeka gelişimi yüzde 30 artıyor.”

Etiketler , | Yorum Yok

“HER DÖRT SAATTE BİR, ORGAN NAKLİ BEKLEYEN HASTAMIZI KAYBEDİYORUZ”

Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampında konuşma yapan Prof. Dr. Alper Demirbaş, “Buraya oturduğumuzdan beri organ bulamadığımız için bir hastamızı kaybettik. Her dört saatte bir hastamızı kaybediyoruz” dedi.

Bu yıl ilk kez İstanbul'da düzenlenen, yurtiçinden ve yurtdışından organ nakli olan çocuklarla ailelerinin katıldığı etkinlik kapsamında organ bağışında farkındalık yaratmak amacıyla konferans düzenlendi. İngiltere, Macaristan, Norveç ve Türkiye'den bir araya gelen 30 nakilli çocuk, keyifli etkinliklerle zaman geçirmeye başladı. Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesi’nin düzenlediği kampın ikinci gününde, organ bağışına dikkat çekmek ve farkındalık oluşturmak için dünyaca ünlü organ nakli cerrahlarının konuşmacı olarak katıldığı Türkiye’nin en kapsamlı organ bağışı konferansı düzenlendi. FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyetinin katılımı ve Işık Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı kampanya ile Şile ilçe sağlık standında 70 kişi organ bağışı yaptı.

Her yıl geleneksel olarak Antalya’da düzenlenen Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampı bu yıl 1-5 Temmuz tarihleri arasında Işık Üniversitesi Şile Kampüsünde gerçekleştirildi. Bu yılki kampa; İngiltere, Norveç, Macaristan gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’den İstanbul, İzmir, Trabzon, Konya, Adana, Gaziantep ve  Kahramanmaraş gibi şehirlerden de çocuklar ve aileleri katıldı. Böbrek, kalp ve karaciğer nakli ile ikinci hayatlarına başlamış olan şanslı çocuklar, kampta keyifli dakikalar geçirdi.
 

Başarılı Cerrahlar Organ Bağışının Önemini
Anlattı
‘Organ Nakli Konferansı’; FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı ve Üyeleri, akademik ve idari kadro, öğrenciler, nakilli çocuklar ve ailelerinin katılımı ile halka açık olarak gerçekleşti.  Dünyaca ünlü karaciğer nakli cerrahı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, böbrek naklinde dünya rekortmeni olan Prof. Dr. Alper Demirbaş, Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini gerçekleştiren cerrah Doç. Dr. Asım Kutlu ve Türkiye’nin en genç profesör olmuş çocuk böbrek hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Nayır; konferansta organ bağışının önemini vurguladı.

Türk Cerrahlar Kadar Kabiliyetli, Becerikli ve Araştırmacı Cerrahlar Görmedim
2 bin 500’e yakın karaciğer nakli yapan Prof. Dr. Münci Kalayoğlu,  “Cerrahlar olarak bizler çok yoğun çalışıyoruz. Böyle olunca zaman zaman hayatın bazı noktalarını kaçırıyoruz. Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesine, böyle anlamlı bir organizasyona ima attıkları için çok teşekkür ediyorum. Ben organ nakli cerrahıyım. Sanırım şuan dünyadaki en yaşlı organ nakli cerrahıyım. Hala cebimde ilk nakil yaptığım karaciğerin fotoğrafı mevcut. Hastalarımın isimlerini hatırlayamıyorum ama onları ciğerlerinden tanıyabiliyorum. Türkiye’de işler çok iyi gidiyor. Dünyanın her bölgesinden sayısız cerrahla çalıştım ve ağırlıklı olarak yurt dışında bulundum. Ama Türk cerrahlar kadar kabiliyetli, becerikli ve araştırmacı cerrahlar görmedim. Bu yıl yaklaşık 2500 karaciğer, 3000 kadar böbrek nakli yapıldı… İstanbul, Antalya, İzmir, Erzurum, Kahramanmaraş, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır ve Ankara’da organ nakli merkezlerimiz var. Çok iyi yetişen ekiplerimiz, ekipman desteğimiz var; bu konuda bir şey yok” dedi. 
 
 
Ölen Dört Hastadan Üçünün Organları Bağışlanmıyor
Geçen sene yaklaşık bin 300 adet beyin ölümü tespiti yapıldığını belirten Kalayoğlu, “Fakat son beş senede gerçekleşen beyin ölümlerinden sonra ailelerin sadece yüzde 22-25’i organ bağışı için onay verdi. Yani her dört hastadan üçü organlarını bağışlamadan defnedildi. Sevgili misafirler organ bağışı sevapların en büyüğüdür ama bu olgu kültürel ya da bazı dini düşünceler nedeni ile destek görmüyor; bunu aşmalıyız. Bu kadar güzel organ nakli merkezimiz varken, bu konuda başarılı çalışmalarımız varken; bu eksikliğimizi gidermeliyiz. Sizlere çok şey söyleyebilirim ama en önemlisi organlarınızı bağışlayın” diye konuştu.
 
 
Şimdiye Kadar 5 Binin Üzerinden Organ Nakli Gerçekleştirdim
Dünyanın en çok böbrek nakli yapan hekimlerinden Prof. Dr. Alper Demirbaş, şunları söyledi: “Türkiye’nin gündemi çok yoğun. Ama bir atasözümüz var: Neremiz hastaysa bizim canımız oradadır. Türkiye’de her gün 100 bin üzerinde kişinin ve ailelerinin canı, bir böbrek bir karaciğer ya da kalp bulunabilir mi? sorusuyla yanıyor. Bu nedenle organ nakli demek organ bağışı demek hayatın ta kendisidir. Bu bin bir tane gündemin içinde asla gündemden düşmemesi gereken bir noktadır. Çünkü asıl olan hayattır.  Şimdiye kadar 5 binin üzerinden organ nakli gerçekleştirdim. Bunun verdiği haz tahmin ediyorum ki dünyadaki her hangi bir şeyin verebileceği hazdan çok çok daha fazladır. Çünkü insanlar ölmek üzereyken yaşatıyorsunuz. Geçen gün bir böbrek nakli yaparken, 7 yıl önce böbrek nakli yaptığımız bir hastamızın bitişik ameliyathanede sezaryen ile doğum yapıp anne olduğunu öğrendim. Bu mutluluk başka hiçbir meslekte yoktur. Bir yandan organ nakli yapmak, bir yandan organ nakli yapmış olduğunuz hastanın doğum yapması.”
 
Öldükten Sonra Organlarınızı Bağışlayınız
Yeterince organ nakli yapılamadığını kaydeden Demirbaş, “Neden yapamıyoruz? Çünkü organ bulamıyoruz. Bunun iki nedeni var: Birincisi ölmüş kişilerin organlarını bağışlamak konusunda Türkiye’de yeterli bir kültür yok. Organ, sadece ölünce bağışlanır diye bir algı oluşması gerekiyor. Ama Türkiye’de böyle bir algı oluşmadı ve yıllarca da gelişmeyecek gibi görünüyor. O nedenle dünyada öldükten sonra en az organ bağışı yapan ülkelerden biriyiz. Bunun alternatifi ise yaşarken sevdiklerimize bir böbreğimizi ya da karaciğerimizin bir kısmını bağışlamak. Bunu yapıyoruz ama bunu yaptığımız için biz organ naklinde geriyiz gibi bir algı oluşuyor, böyle bir şey yok. İster ölmüş olan kişilerin; ister yaşayan kişilerin organlarıyla bir hayat kurtuluyorsa; o hayat kurtulmuştur. Sizlere söyleyebileceğim bir tek şey var: Öldükten sonra organlarınızı bağışlayınız”  şeklinde konuştu.
 
Her Dört Saatte Bir, Organ Nakli Bekleyen Hastamızı Kaybediyoruz
“Biz yaşarken de organlarımızı, bir böbreğimizi, karaciğerimizin bir kısmını yakınlarımıza bağışlayabiliriz” diyen Demirbaş, sözlerine şöyle devam etti: “Bunu yapmazsak ne oluyor biliyor musunuz? Buraya oturduğumuzdan beri organ bulamadığımız için bir hastamızı kaybettik. Her dört saatte bir hastamızı kaybediyoruz. Yani biz onlara kıyıyoruz. Biz çocuklara, analara, gelinlere kıyıyoruz. Neden? Çünkü onları kurtarabilecekken; kurtaramıyoruz. Herkes bir gün organ nakline ihtiyaç duyabilir. Türkiye’de yüzde 10 oranında böbrek hastalığı var. Toplumun yaklaşık yüzde10’unda Hepatit B taşıyıcılığı var. Yani bu kişiler böbrek ve karaciğer nakli olmaya adaydır. O halde kıymayalım bu insanlara. Organlarınızı bağışlayın. Yaşarken bağışlayın. Öldükten sonra bağışlayın. Yaşatmak için bağışlayın.”
 
 
“Günaydın” Demek İçin Bile 3 Kere Nefes Almaları Gerekiyor
Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini gerçekleştiren Doç. Dr. Asım Kutlu, şunları söyledi: “Size Brezilyada yapılmış buzdan heykellerin içine organ konulmuş bir fotoğrafı göstereceğim, ben akciğeri seçtim. Burada gerçekten buzlar eriyor ve geriye organlar kalıyor. Bir gün biz de eriyeceğiz ve geriye hiçbir şey kalmayacak. Eğer organlarımızı bırakabilirsek arkamızda, gerçekten bizim adımıza büyük bir şey olur. Maalesef organ bekleyen akciğer hastaları, böbrek nakli bekleyen hastalar gibi güzel konuşamıyorlar. Günaydın demek için bile 3 kere nefes almaları gerekiyor. Bizi dinleyen genç arkadaşlara şunu söylemek isterim ki; hep iyimser olmak lazım, iyimser olanlar kazanacak hep. Çok uzakta olan şeylere üzerinde çok çalışırsak bir gün ulaşabiliriz. Bizim de Türkiye’de işleri yapma şeklimiz var, bazı örneklerle batıdan farklı olarak biz de kendi yöntemlerimizle çok daha başarılı olabiliriz. Bazen çok demoralize olduğumuz zamanlar var, olmamamız gerekir. Çünkü biz farklı bir kültürün farklı sorun çözen insanlarıyız aslında.”
 
 
Akraba Evliliği Böbrek Hastalığı Sebebi
Türkiye’nin en genç profesör olmuş Çocuk Nefroloğu Prof. Dr. Ahmet Nayır, “Böbrek naklinin öneminin yanında toplumumuzda nasıl bu böbrek hastalıklarını azaltabiliriz, bunun bilincini oluşturmamız lazım. Türkiye’de nasıl hatalar yapıyoruz, bunları bir kaç noktada belirtmek istiyorum. Çünkü aramızda çok genç arkadaşlar var. Onların bilgisi toplumda bir yayılım yapar ve bazı hataları belki azaltabiliriz. Bunlardan bir tanesi bence akraba evliliği. Çünkü Türkiye’de hala akraba evliliği yüzde 20-25 oranında oluyor ve akraba evliliği ile bazı hastalıklar özellikle de böbrek hastalıkları daha sık görülebiliyor. Anne baba sağlamken çocuklarda yüzde 25 oranında böyle ölümcül hastalıklar ortaya çıkabiliyor” dedi.
 
İleride Organ Bekleyen Hasta Sayısı Artacak
Anne karnındaki takiplerin iyi yapılması gerektiğine dikkat çeken Nayır, “Şöyle hatalar olabiliyor, çocukta hayati bir hastalık tespit ediliyor, bu aileye bildiriliyor ama aile bebeğini aldırmayı kabul etmiyor ve çocuk bu şekilde doğuyor. Ailede çok büyük bir yıkım ve toplumda çok büyük sorunlar oluşturuyor” diye konuştu.
 
Emanetimize İyi Bakalım
Nayır, sözlerini şöyle tamamladı: “Çocuklarımız su içmiyor yanlış besleniyor ve iyi bir şekilde dinlenmiyorlar, spor yapmıyorlar. Bunlarda ileride böbrek hastalıklarını daha çok arttıracak. Çünkü ileri yaşlardaki böbrek hastalıklarında biliyoruz ki hipertansiyon, damar sertliği ve özellikle diyabet çok önemli. Biz bunlara toplumda dikkat etmezsek bu hastalıkların sayısı çok artacak ve ileride organ bekleyen hasta sayısı artacak. Türkiye için çok büyük bir sorun aynı zamanda hep söylenen biz öldükten sonra organlarımızı bağışlayalım. Bu çok doğru bir olay ama bağışladığımız bedeninde sağlam olması lazım. Yani biz emanetimize iyi bakalım ki, bunu iyi bir şekilde devam ettirelim. Biz organımızı bağışlıyoruz demenin çok anlamı yok bunu vasiyetimiz diye bildirmemiz lazım.”
 
 
"Nakilden önce haber, sonrasında da haberci oldum"
Henüz 2,5 yaşındayken böbrek hastalığına yakalanan Sabah Gazetesi Sağlık Editörü Didem Seymen, bu kampın hem en küçük, hem de en büyük çocuğu olduğunu söyledi.
Seymen, 15 yaşındayken böbreklerini kaybettiğini, 21'inde de nakil olarak ikinci hayatına başladığını belirterek, "O süre içinde eve diyaliz makinesi alındı. Her gece 14 saat diyalize bağlandıktan sonra sabah kalkıp okuluma gittim. Diyaliz makineme zor da olsa alıştım. Makineme sevgilim diyordum" dedi.
 
Türkiye'de binlerce organ bekleyen hastanın tek umudunun bağış olduğunu dile getiren Seyman, şunları söyledi: “Organ nakli olmasaydım, bugün karşınızda bu konuşmayı yapıyor olamayacaktım, muhtemelen hayatta olamayacaktım.  Şuan karşınızda annesinin ve doktorlarının tükenmeyen enerjileri ve çabalarıyla, Ayşe Annesinin ‘Oğlumun organlarını bağışlıyorum doktor bey’ kararıyla ikinci hayatına merhaba demiş, ve kendisini organ nakli ve bağışına adamış bir genç duruyor. Tesadüfe bakın ki o genç, eşiyle de Organ Nakilli Çocuklar Kampında tanışıyor. Biz hayatımızın sonuna kadar kendimizi organ bağışına adamış Işık dolu kocaman bir aileyiz.  Ben de organlarımı bağışladığımı sizlerin huzurunda bir kez daha buradan vasiyet ediyorum.”


Esra Öz’e Teşekkür Plaketi
AB Organ Bağışı projesindeki göreviyle bu alandaki farkındalık oluşturmayı hedefleyen Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü Esra Öz,  konferansa moderatör olarak katıldı. Öz, konferansta konuşmacı olan başarılı cerrahların çalışmaları hakkında bilgi verdi.  Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman tarafından kendisine organ bağışı konusunda yaptığı duyarlı çalışmalardan ötürü teşekkür plaketi takdim edildi.



İlk Organ Bağışı 63 Yaşındaki Başkan Ve Üyeden Geldi
Konferansın hemen ardından gerçekleştirilen Organ Bağışı Kampanyasının ilk organ bağışını FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman ve Mütevelli Heyeti Üyesi Cem Yurtbay organlarını bağışlayarak yaptı. Organ Bağışı Kampanyasına bir saat içerisinde yaklaşık 100 organ bağışçı katılarak yaklaşık 600 organ bağışı yapıldı.
 
 
Ünleler de Organ Nakline Destek Verdi
Bu projede görevli olan Işık Üniversitesi öğrencileri, ünlülere ulaşarak projeye destek mesajı vermelerini istedi. Duyarlı ünlüler de çektikleri videoları göndererek organ bağışı çağrısı yaptı. Bu çağrılardan oluşan video Organ Nakli Konferansına katılan yaklaşık 500 izleyici tarafından büyük alkış aldı.

Haluk Bilginer, İlhan Şeşen, Serra Yılmaz, Hüseyin Avni Danyal, Burhan Şeşen, Ata Demirer, Gürkan Uygun, Ayda Aksel, Ayşenil Şamlıoğlu, Serra Halis, Kemal Kuruçay, Ufuk Özkan, Serkan Çağrı, Resul Dindar, Yeliz Akkaya, Lemi Filozof, Abidin Yerebakan, Murat Okay, Gözde Okur, Ecem Üstündağ, Dr. Halit Yerebakan ve birçok ünlü isim organ bağışına destek verdi.

Etiketler , | Yorum Yok

ORGAN BAĞIŞINDA ULUSLARARASI İŞBİRLİKLERİ BAŞLIYOR

Uluslararası kapsamda organ bağışı işbirlikleri yapılması için hayata geçirilen Internaional Transplant Network for Developing Countries projesi kapsamında, yenilikler ve neler yapılacağı üzerine kararlar alınacak.

Bazı üniversite ve mesleki sivil toplum kuruluşları bir araya gelerek oluşturulan platform, Türkiye Organ Nakli Vakfı öncülüğünde Internaional Transplant Network for Developing Countries projesini gerçekleştiriyor. Platform, Türk profesyonellerin sahip olduğu klinik deneyimi, sistem, organizasyon ve eğitim deneyimini International Transplant Network projesi çerçevesinde paydaşlarla paylaşmak ve uzun süreli sürdürülebilir bir işbirliği oluşturmak adına bu projeye ev sahipliği yapıyor.

International Transplant Network (ITN) toplantısı  11-13 Haziran tarihlerinde uluslararası katılımla İstanbul’da gerçekleştirildi. 11 farklı ülkeden organ nakli temsilcilerinin katıldığı toplantıda, organ nakli alanında yapılan çalışmalar anlatıldı. Yeni işbirlikleri ve çözüm önerilerinin de konuşulduğu toplantıda, kadavradan nakil yapmayan ülkeler Türkiye’nin çalışmaları hakkında örnek olan çalışmaları olduğu üzerinde durdu.

Organ nakli ve bağışı gibi bilimsel yönü kadar sosyal yönün de çok önemli bir konuda uluslararası alanda işbirliğini sağlamayı planladıklarını söyleyen ITN Proje Koordinatörü Dr. Ata Bozoklar, “Son dönemlerde organ yetmezliği nedeniyle hayata tutunmayı bekleyen 1 milyon civarındaki hasta için en iyi tedavi seçeneği olarak organ nakli, bilinen tüm tıp uygulamaları içinde zirvedeki yerini halen koruyor. Buna rağmen tüm dünyada organ kıtlığı sınırlayıcı bir faktör olarak organ naklinde önemli bir problem. Her yıl dünya genelinde yüz binden fazla hasta uygun bir organ bulunamadığı için veya organ nakli hizmetine erişemediği için hayatını kaybediyor. Gelişmekte olan ülkelerin, yasal düzenlemeler, ulusal organizasyonlar, eğitim aktiviteleri ve klinik transplantasyona ilişkin çeşitli seviyelerdeki teknik yardım ihtiyaçları olduğu bilinmektedir. Bu noktadan hareketle gelişmekte olan ülkelerde organ bağışı ve nakli hizmetlerini başlatmak, geliştirmek ve iyileştirmek için bir uluslararası transplant ağı oluşturmak ve sürdürülebilir bir teknik yardım programını uygulamak üzere bu proje hazırlandı. Yakın gelecekte projeye katılan ülkelerin önereceği kuruluşlar ile bu platform uluslararası temsil niteliğini alacak” dedi.
Katılımcı ülkelerin organ naklindeki uygulamalarını değerlendiren Türkiye Organ Nakli Vakfı Başkanı Eyüp Kahveci, şu bilgileri verdi: “Projenin birinci fazı olan çalıştayda birinci grubu ağırlıyoruz. Davet edilen 14 Kafkas ve Orta Asya ülkelerinden 11’i katıldı. Diğer ülkelerle ilgili bürokrat işlemler devam ediyor. Organ nakli konusunda bizden farklı seviyedeler, ancak gelişim için teknik yardım ve desteğe bizim gibi iş birliğine açık bir ülkenin mutlaka desteğine ihtiyaçları olduğunu gördük. Maalesef ülkelerin genel sağlık düzeyini göz önüne aldığımızda organ naklinin sınırlı olduğu ülkelerde çok fazla sayıda hastanın hayatını kaybettiğini gördük. Tüm ülkeler organ nakli işlemlerini geliştirmekte oldukça heyecanlı.”

Toplantıya katılan organ nakli temsilcilerinin anlattıklarından yönlendirici bir uygulama görmediklerini dile getiren Kahveci, bazı farklılıklar tespit ettiklerini ve bunların uygulanabilirliğini tartışacaklarını dile getirdi.

Organ kaçakçılığı ile ilgili oluşan yanlış algısının giderilmesi için yapılan uygulamalarda, ülkemizdeki mevzuatlarda her hangi bir eksiklik olmadığını belirten Kahveci, “Uluslararası bir konsensüs dökümanı olan İstanbul deklarasyonunun da ülkemizde yapılmış olması bizim bu konuda yeterli seviyede farkındalığımızın olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda yasal düzenlemelerimiz organ kaçakçılığı konusunda oldukça katı ve diğer ülkelerden de edindiğimiz izlenimde organ trafiğinin önlenmesi noktasında ciddi bir gayret içinde olmalarıdır” diye konuştu.

Bazı ülkelerde uygulanan nüfus cüzdanı üzerine işaret konması uygulaması hakkında Kahveci şu yorumda bulundu: “Nüfus cüzdanına işaret konmasından yana değilim. Bu biraz daha gönüllüyü deşifre edebiliyor. Açık alanlarda bu işaretin görünmesi insanları tedirgin edebilir. Sağlık Bakanlığının veri tabanına kaydedilmesi ve gerektiğinde kullanması daha faydalı olacaktır.”

İnsanların bağış yapması için teşvik etmenin faydalı olacağını düşündüğünü söyleyen Kahveci, ancak bunun kesinlikle maddi olmadan bir takım avantajlar sağlanarak yapılmasının önemli olduğunu kaydetti. 
 
 

Etiketler , | Yorum Yok

HABLEMİTOĞLU ANKARA ENSTİTÜSÜ’NDE SAĞLIK İLETİŞİMİ EĞİTİMLERİ DE VERİLECEK

Ankara’da yeni bir oluşum olarak kurulan Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü açıldı. Enstitü’de farklı alanlarda hizmetler ve danışmanlıklar verilecek, bunların arasında sağlık iletişimi de yer alıyor. 
 
Enstitünün kurucu direktörü Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, ‘’sormak, anlamak, bilmek için yaşam boyu öğrenerek ben de varım diyebilirsiniz” mottosu ile yola çıktıklarını ve yardım ya da rehberlik talebi ile kendilerine başvuran herkese destek olmayı amaçladıklarını söyledi.  Hedeflerinin; insanların sağlığı ve mutluluğu olduğunu ifade eden Hablemitoğlu, farklı kaynak niteliğinde kitap ve dergi gibi yayınlarının da olacağını belirtti.
 
Enstitü, bireylerin duygusal ve düşünsel olarak kendilerini tanımasını, anlamasını ve doğru değerlendirerek yeniden yapılandırabilmesini; yaşamlarındaki sorunlar, kaygılar, sıkıntılar, karmaşalar, korkular ve endişeler karşısında varlıklarını başarı ile sürdürmelerini profesyonel bir bakışla desteklemek ve çözüm üretmek için kuruldu.
 
Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü'nün kuruluş felsefesi nedir ve enstitüde hangi alanlarda çalışmalar yapılacak?
Yaptığımız iş insana dokunmak. Akademide yıllardır yaptığım işi piyasa koşullarında yapacağım. Uzman bir aile danışmanıyım, eğitmenim. Yıllardır çeşitli kurum ve kuruluşlara eğitimler planlayarak çalışıyorum. Bütün bunları şimdi kendi adıma yapacağım. Ancak ve tüm bunların yanısıra Necip Hablemitoğlu adını yaşatmak için de çalışacağım. Çeşitli hedeflerim var. Örneğin, bundan sonra her 18 Aralık’ta Dr. Necip Hablemitoğlu adına her yıl bir kaç alanda seçici bir kurul çalışması yaparak ödül vereceğiz. Bunu çok önemsiyoruz. Akademide 29 yıl görev yaptım, bu yeterli bir zamandır benim gibi özgürlüğüne düşkün biri için. Son 6 yılda üniversitemde yoktan var ettiğim ve hem fiziksel mekan hem de akademik olarak yapılanmasını geliştirdiğim çok değerli bir Sağlık Bilimleri Fakültesi bıraktım geride, dolayısı ile çok müsterih ve mutlu ayrıldım. Ayrıca gördüm ki, ben kendi başıma esaslı bir akademiyim, öyleyse neden bunu daha geniş bir yelpazede hizmet etmek için geliştirmeyeyim dedim. Üniversitede son 12 yılda Dekanlık dahil hemen bütün yönetim kademelerinde çalıştım.

Başta aile danışmanlığı olmak üzere özellikle evli ve evlenmeye hazırlanan çiftlere, çocuk sahibi ailelere ve ilişkilerini güçlendirmek isteyen bireylere yönelik danışmanlık ve destek hizmetleri sunmayı amaçlıyoruz. Hablemitoğlu Enstitüsü olarak yardım ve rehberlik talebi ile bize başvuran herkese destek olmak hedefimiz. Yaşam boyu öğrenerek ben de varım diyebilmek için, dileyen herkesi bizimle işbirliği yapmaya davet ediyoruz. Kurumsal, bireysel ve grup çalışmaları kapsamında ‘’tematik seminerler ve eğitimler’’ planlıyoruz. Hedef grubumuz eğitimlerimizde kendisine, ruhuna yatırım yapmak, daha fazla mutlu olmak için kendini ve yaşamı anlamaya çalışan ve bunun için destek arayan tüm bireyler. Gençlere kapımız hep açık, her zaman bizimle olabilirler. Ayrıca Hablemitoğlu Enstitüsü kitap ve  dergi gibi çeşitli yayın faaliyetleri de yürütecek. 
 
 
Enstitünün bir logosu var, "He" olarak belirlenmiş. Nasıl belirlendi?
Aslında fikir şu; Hablemitoğlu Enstitüsü, yani biz kısaca, “He”. Enstitü dememizdeki amaç ise, eğitim ve akademik bir perspektiften üretmek.

Hablemitoğlu Enstitüsü'nün hizmet vereceği alanlar ve konular değerlendirildiğinde; enstitünün sizin akademik uzmanlığınız kapsamında olan konular üzerine mi temellendiriliyor?
Enstitünün, ağırlıklı olarak benim akademik kariyerime odaklı bir çalışma ve hizmet yapısı var. Yanı sıra sağlık iletişimi, etkili iletişim ve konuşma teknikleri gibi konularda alanında uzman ve tanınmış muazzam isimlerin desteği ile çalışmalar planladık. Sırayla duyurularımız olacak. Özellikle ‘’sağlık sektöründe sürdürülebilir ekip başarısı, dönüşümcü liderlik, sağlık iletişiminde sosyal kapitali anlamak ve kullanmak’’ gibi kurumsal tematik eğitimlere dayalı konuları da çalışmalarımız arasına aldık. Bu konularda özellikle iddialıyız.
 
 
‘’Sağlık İletişimi’’ nedir?
Kısaca söylersek, sağlık iletişimi bir iletişim stratejisidir. Amacı çeşitli sağlık sorunları ile ilgili bireyleri, kurumları ve toplumu bilgilendirmek ve farkındalık yaratmaktır. Sağlık iletişimi kapsamında hastalıkları önleme, sağlığın geliştirilmesi, sağlık politikası ve yaşam kalitesinin arttırılmasına ilişkin tüm eğitici, bilgilendirici etkinlikler yer almaktadır. Bireylerin ve toplum sağlığının geliştirilmesi, sağlıkla ilgili davranış değişikliği için iletişim uygulama ve faaliyetlerinin tümüdür.

Hangi konuları sağlık iletişimi başlığı altında değerlendirebiliriz?
Esasında sağlık iletişimi adı altında o kadar çok etkinlik sayılabilir ki… Bunların başında klasik iletişim de gelmektedir, örneğin sağlıkla ilgili tüm mesajların ve anlamlarının belirli formlardaki sembolik etkilerinden yararlanılan hepimizin bildiği ‘’kamu spotları’’ bu kapsamdadır.  Yanı sıra sağlıkla ilgili inanç modellerinin, davranışların ve bunların sonuçlarının birbiri üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalışan teori, araştırma ve uygulamaları anlaşılır tekniklerle tanıtma ve açıklamaya dayanır. Sağlığın geliştirilmesi, korunması ve sürdürülmesi sağlık iletişiminin temel konularıdır. 
 
 
Toplum ve sağlık çalışanları açısından sağlık iletişiminin önemi nedir?
Sağlık iletişimi dendiğinde son yıllara kadar genellikle doktor, hemşire ve diğer sağlık çalışanları ile hastalar, hasta yakınları arasındaki iletişim anlaşılmaktaydı. Daha sonra buna hasta haklarının korunması bağlamında kurulan etkileşim de dahil edildi. Oysa bugün sağlık iletişiminin sağlık hizmetinin önemli bir parçası olarak ayrı bir uygulama ve uzmanlık alanı olduğunu konuşuyoruz. Çünkü sağlık sadece hastalık ya da  engelli olmamakla tanımlanabilecek bir değer değil, sağlık; fiziksel, psikolojik ve sosyal tam bir ‘’iyilik hali”dir. Dolayısıyla bugün sağlık iletişimi dediğimizde “hastalıkların önlenmesi” amacı yerini  “sağlığın desteklenmesi ve yaşam kalitesi’’nin yükseltilmesi hedefine bırakmıştır.  Bu değişim iletişimin kaçınılmaz biçimde önem kazanmasına neden olmuştur.  Sağlığın desteklenmesi ya da geliştirilmesi sürecinde sağlığın öznesi artık tek başına hekimler ya da diğer sağlık çalışanları değildir.  Toplum ve bireyler sağlığın asıl kaynağıdır.  Tıp bilimi ve eğitimi insanların davranışlarını, sağlıkla ilgili seçimlerini ve sağlık politikalarını dikkate almak zorundadır. Bu yapısal dönüşüm içinde sağlık daha fazla toplumun denetiminde olmalıdır. Bu durum artık her düzeydeki sağlık çalışanlarının toplumla, kurumlarla ve bireylerle iletişiminin her zamankinden daha farklı olmasını gerektirmektedir.
 
Toplum sağlığı açısından sağlık iletişiminin önemi nedir?
Toplumda sağlıklı yaşam biçiminin yaygınlaşması için bireylerin bunu benimsemelerine ve yaşam biçimine dönüştürmeleri, bir dizi davranış̧ değişikliğine dayanmaktadır. Davranış değişikliği yaratmak zaman alan bir süreçtir. Reçete yazmak ya da çeşitli tedavi yöntemlerini uygulamakla gerçekleşmez. Örneğin; çevre sağlığı, işçi sağlığı gibi konularda yasal düzenlemeler çok işlevsel olmakla birlikte tek başına yeterli değildir, bunun önemi, yararlı sonuçları topluma ve bireylere anlatılarak ikna edilmelidir. Sağlıklı davranışların yaygınlaşabilmesi toplumun ve bireylerin benimsemesi ile mümkündür. Bu noktada sağlıkla ilgili tüm mesajların topluma kolay algılanabilir ve anlaşılır biçimde, bilgi gereksinimlerini karşılamayı sağlayan bir dille en uygun içerik ve yöntemlerle iletilmesi önemlidir.

Toplumun sağlıkla ilgili konularda duyarlılığını artırmayı ve en temel sağlık bilgilerinin yaygınlaştırılması doğru bir sağlık iletişim stratejisi kullanılarak gerçekleştirilebilir. Örneğin AIDS konusunda toplumun duyarlılığını artırmak için temel bulaşma ve korunma yollarına ilişkin bilgilenme iletişimin temel amacıdır. Ya da sigara bırakma ile ilgili düzenlenecek kampanyalar sigara kullanmanın karşısında bir toplumsal duyarlılık oluşturmayı amaçlayarak sonuca ulaşmalıdır. Burada özellikle söylememiz gereken önemli bir nokta var, genel olarak sigaradan toplumu koruma ile ilgili iletişim kampanyaları bireylerde bir korku dalgası yaratarak sigara kullanmaya ilişkin duyarlık yaratmayı hedeflemektedir. Bu noktada vurgulanması gereken önemli bir konu var, sigara reklamları yasaklandığı için sağlık iletişimi faaliyetleri daha rekabet edebilir bir zeminde sürdürülmektedir.  Ancak özellikle bebeklerin anne sütü ile beslenmesine ilişkin alışkanlık yaratmaya yönelik sağlık iletişimi kapsamında pek çok kampanya yürütülmektedir. Bu kampanyalar hazır bebek mamaları ve ek besinlere yönelik pazarlama faaliyetlerinden daha etkin olmak zorundadır. Çünkü farkındalık ve duyarlılık yaratmak uzun soluklu bir çalışma gerektirir. Bu kimi zaman maliyetleri artırsa da ilerleyen zamanda daha kalıcı sonuçlara ulaşmayı sağlar. Topluma yönelik sağlık iletişimi çalışmaları, bilgilendirmeye ve davranış̧ değişikliğine yöneliktir. Burada sivil toplum örgütlerinin desteği de çok önemlidir. 



Hastaneler, sağlık iletişimini nasıl değerlendirmelidir?
Hastaneler sağlık iletişiminden çeşitli boyutlarıyla yararlanabilirler. Halkla ilişkiler ve hasta hakları birimleri aracılığı ile hastaları yüz yüze bilgilendirme ve tanıtım faaliyetlerinin yanı sıra, web ve akıllı telefon uygulamaları, sosyal medya olanaklarından yararlanabilirler. İletişim yaşamın akışı içinde hepimizin ihtiyacı, sağlık çalışanları ve hastalar ile hasta yakınları arasında köprü kurarak karşılıklı anlaşılabilirliği arttıracağından, Malpraktis’ten tutun da çeşitli maliyetleri azaltması açısından etkili ve gerekli. Sağlık çalışanlarının lisans eğitimleri içinde özellikle sağlık iletişimi en azından bir ders olarak yer almalıdır.  Hastanelerde zaman zaman sağlık iletişimi eğitim programları düzenlenerek konu gündemde tutulmalıdır. 
 
Medyadaki sağlık haberleri nasıl olmalıdır? Medyanın sağlık iletişimindeki rolü nedir?
Medyanın bütün çeşitleri içinde sağlık iletişimi sorumluluk içermelidir. İletilecek bilgi, çeşitli sağlık uygulama ve tedavi önerilerinin hastaların haklarını ihlal edebilme olasılığı yüksektir. Son yıllarda televizyonlarda giderek popülaritesi artan doktor ve sağlık programları bu kapsamda pek çok kötü örnekle insanları etkilemekte ne yazık ki... Özellikle görsel medyada sağlık iletişiminin etkin ancak doğru olmayan bir biçimde kullanıldığına tanıklık ediyoruz. Özellikle ev kadınlarını hedefleyen programlarda iletilecek bilginin bütün aile bireylerini etkileyeceği hiç bir zaman unutulmamalı. Sorumluluk altı kalın kalın çizilmesi gereken duyarlıkların başında geliyor.

Sağlık alanındaki gelişmeleri değerlendirdiğinizde, sağlığın geleceği açısından sağlık iletişiminin önemi nedir?
Son yıllarda sağlık iletişiminin teknolojinin de gelişmesi ile birlikte konvansiyonel iletişimin dışına çıkması söz konusu. Özellikle dijital sağlık ve sosyal medya uygulamaları, çeşitli sektörlerde ve çeşitli hedeflere yönelik olarak sağlık iletişiminin boyutlarını genişleterek bambaşka bir yapı ortaya koymuştur. Bu durum biraz daha geliştikçe ve benimsendikçe sağlık iletişimi açısından bir fırsat ve sağlığın geliştirilmesi için hızlı bir değişim olarak kabul görecektir. 
‘’Sağlık İletişimi’’ konusuyla ilgili son olarak eklemek istedikleriniz neler?
Sağlık iletişimi ülkemizde önemi yeni fark edilmeye başlanan bir alan, doktor, hasta, medya çalışanları, sağlık alanında eğitimci olan herkesi kapsıyor.  Teknolojinin de desteği ile vazgeçilmez olma yönünde bir ivme kazandı. Sağlık okur-yazarlığını da içine alacak bir biçimde özellikle iletişim fakültelerinde ana bilim dalı olmayı, disiplinler arası araştırmalarla desteklenmeyi hak ediyor.   

Hablemitoğlu Ankara Enstitüsü’nü hablemitoglu.net web sitesinden, @hablemitoglu_ae Twitter hesabından ve facebook.com/HaEnet sayfası üzerinden izleyebilirsiniz.
 

Etiketler , | Yorum Yok

TÜRKİYE'DE 3 MİLYON KİŞİ KALP YETERSİZLİĞİ RİSKİ ALTINDA

Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, "Kalp Yetersizliği Günü'nde" önemli rakamlar paylaştı. Tokgözoğlu, Türkiye'de 1,5 milyon kişinin kalp yetersizliği hastası, 3 milyon kişinin hastalık riski altında olduğunu söyledi. Tokgözoğlu, Türkiye'de insanların kalp hastalıklarına Avrupa ve ABD'ye göre 8 yaş önce yakalandıklarını vurguladı.
 
Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Kalp Yetersizliği Farkındalık Günü kapsamında hastalığa dikkat çekmek amacıyla Ankara’da bir toplantı düzenledi. TKD Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD), TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz (Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD), TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Önceki Başkanı Prof. Dr. Yüksel Çavuşoğlu (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD), TKD Genel Sekreteri Prof. Dr. Adnan Abacı (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD) ve Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Bekir Keskinkılıç’ın katılımıyla gerçekleşen toplantıda günümüzde görülme sıklığı giderek artan hastalıkla ilgili güncel bilgiler aktarıldı.

Hastalığın önümüzdeki 15-20 yıl içinde toplum sağlığını tehdit eden boyutlara ulaşacağına dikkat çeken Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu,  Avrupa ülkelerinde 15 milyon, ABD’de 6 milyon, Türkiye’de ise yaklaşık 1,5 milyon kalp yetersizliği hastasının bulunduğunu bildirdi. Türkiye nüfusunun yaşlanması sonucu bu rakamın önümüzdeki 10 yıl içinde en az 2-3 kat artacağını öngördüklerini belirten Prof. Dr. Tokgözoğlu, bugün için ülkemizde 9 milyon kişinin kalp yetersizliği gelişimi açısından risk altında olduğunu ifade etti. Bu kişilerin üçte birinde ise yakın zamanda kalp yetersizliği gelişeceği öngörülüyor. Hastalıkta beklenen yaşam süresinin pek çok kanser türünden daha kötü olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Tokgözoğlu, hastalığın hayat boyu tedavi gereksinimi, sık hastaneye yatma ihtiyacı, komplike ve pahalı cihaz tedavisi uygulamaları nedeniyle aynı zamanda sağlık ekonomisi üzerine yüksek maliyetler getirdiğine işaret etti.

Kalp Yetersizliği Önlenebilir Bir Hastalık
Kendini başlıca nefes darlığı, ayaklarda şişme ve çabuk yorulma şeklinde gösteren kalp yetersizliğinde ayrıca öksürük, iştahsızlık, vücut ağırlığında değişiklik, gece sık idrara çıkma, yorgunluk ve bitkinlik şikâyetleri de görülebiliyor. Ancak kalpte yapısal değişiklikler bu yakınmalar ortaya çıkmadan uzun süre önce başlıyor. Bu da kalp yetersizliğine adım atmaya hazır potansiyel büyük bir hasta grubunun olduğuna işaret ediyor.

Hipertansiyon, şeker hastalığı, obezite, kalp damar hastalığı, kronik akciğer hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, kalp kapak hastalığı, kalp ritim bozuklukları, kalp kası hastalığı veya doğumsal kalp hastalığı kalp yetersizliğine zemin hazırlıyor. Bu hastalıkların zamanında tespiti ve tedavisi kalp yetersizliğine gidişi yavaşlatıyor, hatta önleyebiliyor. Bu nedenle yakınmalar ortaya çıkmadan önceki dönemlerde yapılacak girişimler ile kalp yetersizliği önlenebilir bir hastalık olarak değerlendiriliyor.

Türkiye’de Kalp Daha Erken Yoruluyor
Türkiye'de 40 yaş sonrası kalp yetersizliği riskinin yüzde 20 olarak tespit edildiğini anlatan Tokgözoğlu, "Avrupa ve ABD'de kalp yetersizliği hastalarının yaş ortalaması 70 iken ülkemizde bu ortalama 62'dir. Kalp yetersizliği olgularının yüzde 20'sini 1 yıl içinde kaybediyoruz. Yaşam beklentisi prostat, kalın bağırsak, deri, meme, rahim kanserlerine göre daha düşük. Hipertansiyon, şeker hastalığı, obezite, kalp damar hastalığı, kronik akciğer hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, kalp kapak hastalığı, kalp ritim bozuklukları, kalp kası hastalığı veya doğumsal kalp hastalığı, kalp yetersizliğine zemin hazırlıyor. Kalp yetersizliğinde erken tanı, hastalığın ciddiyetinin ortaya konması ve buna göre oluşturulacak tedavi planının yakın takip altında uygulanması ölüm oranlarının azaltılmasını sağlıyor. Bu hastalarda ilaç tedavisine ek olarak yaşam tarzı değişiklikleri; tuzsuz diyet,  sebze meyve ağırlıklı beslenme, kilo kontrolü, düzenli egzersiz programları  ve gerekli olgularda kalp pili tedavisi veya kalp şoklama cihazlarının uygulanması yaşam kalitesinin düzeltilmesi ve ölümlerin azaltılmasında etkili oluyor” dedi.

Ayak Bileğinde Şişlik, Öksürükle Uyanmaya Dikkat
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yüksel Çavuşoğlu, Dünya Sağlık Örgütü'nün kalp yetersizliğini gelecek 15-20 yıl içinde toplum için en önemli tehdit olarak açıkladığını ifade etti. Çavuşoğlu kalp yetersizliğinin belirtilerini şöyle anlattı: "Nefes darlığı, ayak bileği ve bacaklarda şişlik, çabuk yorulma, çarpıntı, gece uykudan öksürükle uyanma, gece sık idrara çıkma, iştahsızlık ve bulantı, karında şişlik ve rahatsızlık, hızlı kilo alımı, baş dönmesi."

Tuzsuz Diyet, Sebze Ve Meyve Ağırlıklı Beslenme
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Abacı ise hastalığın tedavi yöntemlerini anlattı.
Kalp yetersizliğinde erken tanının, hastalığın ciddiyetinin ortaya konması ve oluşturulacak tedavi planının yakın takip altında uygulanması için önemli olduğuna dikkati çeken Prof. Abacı, "Bu hastalarda ilaç tedavisine ek olarak yaşam tarzı değişiklikleri (tuzsuz diyet, sebze meyve ağırlıklı beslenme, kilo kontrolü, düzenli egzersiz programları vb) ve gerekli olgularda kalp pili tedavisi veya kalp şoklama cihazlarının uygulanması yaşam kalitesinin düzeltilmesi ve ölümlerin azaltılmasında etkili oluyor" diye konuştu.

Etiketler , , | Yorum Yok

TBV'DEN SAĞLIK VE İNSAN DERGİSİ’NE ÖDÜL


Türk Böbrek Vakfı Medya ödülleri, İstanbul'da sahiplerini buldu. Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü Esra Öz'e , Yazılı Basın Dergi Röportaj dalında ödül verildi.

"Türk Böbrek Vakfı 2. Medya Ödülleri" töreni,  Zorlu Center PSM'de gerçekleştirildi.  Türk Böbrek Vakfı, sağlık alanında toplumun bilinçlendirilmesine yönelik haberler yapan gazetecileri onurlandırdı.

Gecede sağlık alanında yaptıkları haberlerle ses getiren gazetecilere 11 dalda ödül verildi.
Törene, Türk Böbrek Vakfı kurucusu ve Başkanı Timur Erk, vakıf yönetimi, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal, şarkıcı Burak Kut'un da aralarında bulunduğu davetliler katıldı.

Timur Erk, törende, vakfın 30. kuruluş yıl dönümü olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi: "Eğer ortalama 18 gram olan tuz tüketimi, 3 gram azalarak 15 grama düşmüşse ve tetiklediği hastalıkların tedavisinin azalması nedeniyle bu şekilde yaklaşık 1,5 milyar dolar tasarruf sağlanmışsa, 10 binlerce çocuğa dokunup böbrek sağlıklarını korumak için sağlıklı beslenmeyle ilgili seminerler vermişsek, Türkiye'nin her tarafında yayımlanan kamu spotlarıyla halkı bilinçlendirmeyi kendimize misyon edinmişsek, günde 150 gram olan şeker tüketiminde azalma varsa, şeker pancarından elde edilmiş şekerin tüketilmesini sağlamışsak, Türk Böbrek Vakfı'nın bunlarda ciddi emeği vardır."

Erk, 30 yıldır hiçbir gazetede ve görsel yayında vakıf aleyhinde yazı çıkmadığını vurgulayarak, ödül alan gazetecilere de "Bugün sizlere vefa duygusu içinde ödül vermeye ikinci kez geldik. Hepinizi içtenlikle kutluyorum" şeklinde seslendi.

İşte Ödül Alan İsimler
Törende daha sonra TBV Mütevelli Heyet Üyesi Dr. Osman Akalın başkanlığında, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş, televizyoncu Lütfiye Pekcan, TBV İstanbul Memorial Hizmet Hastanesi Direktörü Dr. Tarkan Dizdar, Memorial Şişli Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmet Nane, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Akıncı'nın yer aldığı jüri tarafından ödüle layık görülen isimlere ödülleri sunuldu.

"Yazılı Basın Dergi Röportaj Dalı"nda Sağlık ve İnsan dergisinden Esra Öz, "İnternet Röportaj Dalı"nda ntv.com.tr'den Tülay Karabağ, Yazılı Basın Haber Araştırma Dalı"nda Cumhuriyet gazetesinden Sibel Bahçetepe, "Yazılı Basın Haber Araştırma Dalı"nda mansiyon ödülünü Vatan gazetesinden İlker Akgüngör, "Yazılı Basın Yazı Dizisi-Konu Dalı"nda Türkiye gazetesinden Ziyneti Kocabıyık, "Yazılı Basın Vaka-İnceleme Dalı'nda" Hürriyet gazetesinden Mesude Erşan, "Televizyon-Haber Araştırma Dalı"nda TRT'den Fatma Demir Turgut, "Televizyon-Haber Araştırma Dalı"nda mansiyon ödülünü Habertürk'ten Arzu Çetik Tezeren, "Televizyon-Vaka-İnceleme Dalı"nda ATV'den Işıl Açıkel ve "İnternet Haber Araştırma Dalı"nda Hurriyet.com.tr'den Buse Özel ödül kazandı.

TBV Yönetim Kurulu tarafından "toplumda sağlık bilincinin gelişmesine yönelik" yaptıkları haberleri dolayısıyla Anadolu Ajansı'ndan Andaç Hongur'a, İhlas Haber Ajansı'ndan Ömer Kılıç'a, Doğan Haber Ajansı'ndan Uğur Demirkırdı'ya ve Cihan Haber Ajansı'ndan Orhan Fırat'a özel ödül verildi.
 
Ayrıca bu yıl ilk kez verilen TBV Timur Erk Özel Ödülü, sağlık konularına duyarlılığı nedeniyle televizyoncu ve yazar Özge Uzun’a sunuldu. Özge Uzun ödülünü, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'dan aldı
 

Etiketler , , | Yorum Yok